Chosen Master RPG
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.


Chosen Master RPG
 
AnasayfaAnasayfa  AramaArama  Latest imagesLatest images  Kayıt OlKayıt Ol  Giriş yapGiriş yap  
Kurgu
    Profesör Austin'in deneyi yalnızca özel yetenekli gençlerin ortaya çıkmasına sebep olmamıştı. Okul pencerelerinden, kapılarından sızan buharın; toprakla, havayla, suyla ve çeşitli elementlerle etkileşimi sonucu bir takım varlıklar daha oluştu. Bunlar tekin yaratıklar değildiler ve gelecekte özel yetenekli Master'lara büyük sorunlar çıkaracaklardı.
Yönetim Kadrosu
Lights, squares, a detail fakes the whole. Ynetici2Lights, squares, a detail fakes the whole. Ynetici3Lights, squares, a detail fakes the whole. Ynetici4
Duyurular
#Sitemiz açılmıştır.

#Sitemizdeki avatar boyutu, 150|3xx'dir.

#Sınıf başkanı seçimlerine adaylık için lütfen Tık.


 

 Lights, squares, a detail fakes the whole.

Aşağa gitmek 
2 posters
YazarMesaj
Varg Kjørsvik
Sobrius | Tiro
Sobrius | Tiro
Varg Kjørsvik


Nerden : Norveç

Lights, squares, a detail fakes the whole. Empty
MesajKonu: Lights, squares, a detail fakes the whole.   Lights, squares, a detail fakes the whole. Icon_minitimePtsi Eyl. 05, 2011 7:16 pm

    Rpdekiler; Varg Kjørsvik & Yvonne Carterville




    Karar vermeye çalışarak birkaç saat dolanmıştı. Sonunda bahçeye gitmeyi seçmesi, başka bir şey düşünemeyecek kadar yorgun düşmesinden kaynaklanıyordu. On bir sularında kendini bahçeye bakan pencerelerin olduğu koridor tarafında, eliyle insanın elinde nemli bir his bırakan duvarı yoklayarak yürürken buldu. Önünden geçtiği pencerelerin birinden baktı, kocaman, boş çimenliği gördü ve o saatte bundan daha iyi bir yer bulamayacağını düşündü. Çimenlerin üzerine uzanıp enerjisini atabilmeyi fazlasıyla istiyordu o an. Doğası tahrip edilmiş bu şehirde özlediği şeyi bulabildiği nadir yerlendendi burası. Orası genç adam için bir sığınak, sokakların ve şehrin yıpratıcı saldırganlığına karşı içine kapalı bir korunaktı. İstediği gibi dolaşacağı çok geniş bir alan vardı, parkı çevreleyen binalar ve kuleler kitlesinin tersine, yalıtılmış doğalar ona yalnız kalmak, kendini dünyadan koparmak olanağını veriyordu. Park, bahçe, orman gibi yerlerin dışındaki sokaklardaki her şey gövdelerden ve gürültülü bir karmaşadan oluşuyordu, isteseniz de istemeseniz de o ortama girerken katı bir davranış protokolü içine girmek zorunda kalırdınız. Kalabalıkta yürümek demek, hiçbir zaman başkalarından daha hızlı gidememek, yanınızdakilerden geriye düşememek, insan trafiğinin akışını aksatacak bir şry yapamamak demekti. Bu oyunu kurallarına göre oynarsanız insanlar farkınıza varmazlardı. Sokakta yürüyen şehirli insanların gözünde belirli bir pırıltı vardı. Bu, başkalarına kayıtsız kalmanın doğal, belki de zorunlu bir biçimiydi. Örneğin görünüşünüz hiç önemli değildi. Çarpıcı giysiler, tuhaf saç modelleri, üzerinde yakası açılmadık sloganlar yazılı tişörtler- kimse aldırmazdı bunlara. Oysa, giysilerinizin içindeki davranış biçiminiz çok önemliydi. Ne tür olursa olsun, aykırı haraketler birer tehdit, birer tehlike gibi görünürdü. Kendi kendinize konuşmak, vücudunuzu kaşımak, birinin gözünün içine bakmak: Bu tür aykırılıklar, çevrenizdekilerin karşıt, hatta kimi zaman şiddet tepkisine yol açabilirdi. Sendelemeyeceksin, düşüp bayılmayacaksın, duvarlara tutunmayacaksın, şarkı söylemeyeceksin; çünkü kendiliğinden ya da farkında olmaksızın yapılan her hareket ters bakışlara, sert sözlere, kimi zaman dirseklenmeye neden olabilirdi. O tabiki bu tür tepkilerle karşılaşacak bir duruma düşmemişti, ama başkalarına yapıldığını görmüştü. Korkmuyor da değildi. Çünkü kendisindeki özel şeyi toplum içinde afişe etmek zorunda kalsa, normallere göre anormal olan o davranışlar bile kendisinin yanında normal kalacaktı. Güçlerini toplum içinde göstermek zorunda kaldığı bir durumun görüntüsünü gözlerinin önüne getirdiği hızla kovdu beyninden. Bunu düşünmeyecekti, çünkü böyle bir şey olmayacaktı. Bu yüzden kendini buraya ait hissetmeye başlaması gerektiğini düşündü genç adam, tamamen farklı bir hayattı burası, farklı insanlara göre bir hayat. Uyum sürecini hızlandırmaya çalışmak gibi bir düşüncesi yoktu, işi oluruna bırakacaktı. Oldu olası öyle bir insan değildi zaten. Buna karşılık, o an bahçenin ona sunduğu yaşam, çok daha geniş bir çeşitlemeler yelpazesi yaratıyordu ve onu kendisine çekiyordu. Merdivenleri kat edip bahçeye çıktı. Burada, çimlerin üzerinde yayılıp gece ortasında uyumasına kimse aldırış etmezdi. Bir ağacın altında oturup hiçbir şey yapmasanız, klarnet çalsanız ya da avazınız çıktığı kadar haykırsanız, kimsenin kılı kıpırdamazdı.

    Doğa ona bir eşik, bir sınır, içerisi ile dışarısını ayıracak bir çözüm sağlıyordu. Sokaklar, kendini başkalarının gözüyle görmeye zorluyorsa, doğa ona iç yaşantısına dönmek, içinde olup bitenlerle ayakta kalma şansını veriyordu. Çevresi hareketlendikçe daha da ağırlaştığını fark etmeye başladı ve yalnızlığının, çevrenin gürültü patırtısıyla çılgınlığına karşı aynı oranda arttığını. Ömrü boyunca böyle bir durgunluk hissetmemişti. Sigara almaya bile gitmek güç geliyordu, oysa pekala bir sigarayı aşırı derecede canı çekiyordu şu an. Büyük bir açıklıkta ay ışığıyla aydınlanan çimenlerin üzerine kendini bırakırken büyük bir nefes verdi genç adam. Gözlerini kapadı. Narkoz verişmiş gibi bir durgunluktu bugünkü.Öylesine gerçekti ki bu, tüm vücuduyla duyuyordu. Evet, yerinden kalkabilirdi ve odanın içinde dolaşabişirdi. Hatta sigara almaya bile gidebilirdi, fakat bu çabayı göstermek kendisini büsbütün rahatsız edecekti. Aldırmazsa geçecekti aslında. Her zaman bu tür kuruntular yiyip bitirmişti içini. Kışın ortasında soğuk güneşin vurduğu bir duvara bakarak, çevresini saran buzlara rağmen kendini, şubat değil de temmuz ayında yaşadığına inandırdığını bilirdi. Aynı şekilde yaz mevsiminde içini titretecek kadar kendisini etkilediği olmuştu. Ve yine aynı şekilde günün herhangi bir saatini kendine göre değiştirdiği olmuştu. Bilinen, alışılagelmiş bir oyundu bu, sanırsa. Öylesine geliştirilebilirdi ki, belki de gerçeği yok edecek düzeye varabilirdi. O zaman belki şu anda gözleini kapatıp sigara içtiğini düşünebilir, kendi gerçekliğini yaratabilirdi. Durumunun farkındaydı. Bitmek bilmeyen boşluk duygusu onu sonunda yok edecekti. Düşünmeden edemiyordu. Neden, niçin? Her şey niye? İnsanlar dünyanın anlamsızlığını anlayamıyordu, o ise insanları. Beklemekten başka bir çare yoktu. Sallantıda, boşlukta, ruhsal çöküntüyle boğularak beklemek. Giderek çürüdüğü gözle görülür bir hal almıştı. Tanrı vergisi kendini insanlardan soyutlama yeteneği ve duyarsızlığına karşın acılarını biriktiriyordu. Yine de zaman zaman bunu perde arkası olarak düşünüyordu. Ama daha ötesi vardı. Kendine yaptığı zararın bilincine varana kadar yok olmuş olacaktı.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Yvonne Carterville
Fortunatus | Tiro
 Fortunatus | Tiro
Yvonne Carterville


Lakap : Ivy.

Lights, squares, a detail fakes the whole. Empty
MesajKonu: Geri: Lights, squares, a detail fakes the whole.   Lights, squares, a detail fakes the whole. Icon_minitimeSalı Eyl. 06, 2011 9:27 am



    Yalnız kalmayı gerçekte fazlasıyla seven bu genç kadın tam şu anda yanında birilerinin olmasını delicesine istiyordu. Üzerinde oturmakta olduğu masada ileriye doğru uzattı uzun bacaklarını ve sırtını buz mavisi üzerine altın rengi boyalarla yapılan süslemelerle kaplı duvarı yasladı. Odasını bu renge boyadığı günden beri hepsi kendinden küçüklerle dolu bu binaya karşı içi ısınmaya başlamıştı. Gözlerini duvarlarda gezdirdi ve gereksiz derecede geniş yatağa ulaştığında, kar beyazı örtülerin arasında yatan ve battaniyeyle bir bütün haline gelmiş gibi görünen ruh hayvanının açık mavi gözleriyle karşılaştı. Yüzünde minik bir gülümseme belirdi, odanın bu renk duvarlara sahip olmasının ana sebebi, kutup kurdunun açık mavi gözleriydi. Blizzard bu düşünceye hafif bir homurtuyla cevap verince gülümsemesi genişledi genç kadının. Odaya bakmaya devam ederken yüzündeki gülümseme hiç kaybolmadı.

    Bu odayı, buz mavisi, beyaz ve altın rengi ağırlıklı dekorasyonunu, pencereden gördüğü yeşilliği seviyordu. Zaten aklı başında kimse bu okulun berbat bir yer olduğunu söylemezdi. Tam tersine, tapılasıydı. Bunun tek sebebi sürprizlerle dolu mimarisi veya öğrencilere sunduğu fiziki imkânlar değildi yalnızca. Bu okul, göründüğünden fazlasıydı ve Yvonne da buzdağının görünmeyen kısmından korkmaktaydı. Burada yaşamakta olan, eğitilmekte olanların çoğu potansiyel bir felaket, bir katil veya kusursuz bir hırsız olmalarını sağlayabilecek yeteneklerle donatılmıştı. Örneğin Yvonne, mükemmel bir hırsız olabilirdi. İç çekti hafifçe ve masadan aşağı sarkıttı bacaklarını. Yumuşak halı üzerinde sürükleyerek çıplak ayaklarını, boy aynasına ulaştı. Açık sarı, altın ve buğday rengi tutamlarla süslenmiş ve normalde dümdüz olan saçları, şimdi karman çormandı. Tuvalet masasında duran geniş taraklı fırçayla saçlarını tararken farkında olmadan mırıldanmaya başladı.

    " Le blé pour moi est inutile. Les champs de blé ne me rappellent rien. Et ça, c'est triste! Mais tu as des cheveux couleur d'or. Alors ce sera merveilleux quand tu m'auras apprivoisé! Le blé, qui est doré, me fera souvenir de toi. Et j'aimerai le bruit du vent dans le blé… "

    Bunlar, tilkinin sözleriydi. Ne kadar haklı olduğunu düşündü tilkinin, o da tilki gibi buğdayların arasında esen rüzgârın sesini Prens için sevmişti. Ancak Yvonne'un Küçük Prensi artık yoktu. Tilkininkiyse buğdaylar ve güller ve yıldızlarda yaşamayı sürdürüyordu. Yvonne'unki kayıptı, tilkininkiyse görmediğimiz gül yüzünden yıldızların güzel olduğuna inanan, gülüne olan sevgisi için bedenini arkada bırakandı. Yvonne ikisini de sevmişti. Hem de çok. Göğüslerinin arasında sallanan altın köstekli saate dokundu. Yüzüne minik bir gülümseme yayıldı. İçinde gizli anıların o kadifemsi dokusunu zihninde hissedebiliyordu. Aynadaki yansımasıyla göz göze geldi. Gözlerinin altındaki mor halkalar ve solgun teniyle, makyaja ihtiyaç duymadan da bir zombi olabilirdi. Ancak bu durumdan hoşnut olduğu söylenemezdi. Zombiler ve vampirler… Yaşayan ölüler ha? Şaka yapıyor olmalısınız. Aslında büyük ihtimalle bu okulda yaşayan ölü görme olasılığı vardı, yine de kendi gözleriyle görmeden bir şeyleri muhakkak doğru kabul etmek ona göre değildi.

    Kısa, siyah şortu pürüzsüz bacaklarından aşağı kaydırdı ve az önce çıkarttığına oranla uzun bir kot şortu kalçalarının üzerine çekti. Bedeninin kadınsı hatlarını belli eden dar, beyaz badiyi çıkardıktan sonra elini dolaba attı ve temas ettiği ilk tişörtü kaparak başından geçirdi. Saatini tişörtün dışına çıkarırken kısa ve bol tişörtün üzerine pastel rengi harflerle yazılmış yazı üzerine tek kaşını kaldırdı. " Hayat güzel ve ben de Kraliçe Elizabeth. Tanıştığımıza sevindim. " Saçlarını eline geçen lastikle atkuyruğu yaptı ve tuvalet masasının üzerinde duran ve güya mor halkalar üzerinde mucizevî bir hızla etki gösteren kremden sürdü. Bir etkisi olmayacağını içten içe bilmesine rağmen, plasebo etkisi sağlamak için olumlu düşünmeliydi ve bundan nefret ediyordu. Neredeyse. Çilekli dudak balmını, oda anahtarını, naneli bir sakız ve sigara paketi ile çakmağını şortunun ceplerine tıkıştırdı, ayakkabılarının bulunduğu kutularına yaklaştı ve ince tabanlı mavi kumaş ayakkabılarını ayaklarına geçirdikten sonra kendini odasından dışarı attı. İyi hissediyordu ve kimsenin bunu bozmasına izin vermemek niyetindeydi. Dudak balmını sürmediğini hatırlayınca, koridorun sonundaki pencereye yaklaşıp belli belirsiz yansımasını izleyerek ve bir yandan dışarı bakarak işini hızla halletti. Alt dudağını yaladığında aldığı çilek tadıyla gözleri parıldadı ve buraya geldiği günden beri nadiren sesini duyan yatakhane arkadaşlarından rastladığı birkaç kişiye iyi geceler benzeri kelimeler söyledi. Kızların uykulu yüzlerine hâkim olan şaşkınlık, Yvonne'u iyice keyiflendiriyordu.
    Yatakhanenin ağır kapısını ittirerek Ay’ın gümüşümsü ışığının, güneş ışığı altında hiçbir özelliği olmayan ağaçları, bankları ve bahçede yer alan her sıradan objeyi, gizemli bir haleyle boyamasını izledi kısa bir süre keyifle. Ardından çimenliğin üzerindeki taş yolu takip ederek genelde insanların boş bıraktıkları arka tarafa doğru yürüdü. Adım attıkça bir kaç gündür onu odasından çıkarmayan sıkıntının azalmaya başladığını, yerini fark edilmesini zorlaştıran bir keyifle sarmalanmış özlem, endişe ve merağın almaya başladığını ayrımsıyordu. Elini köstekli saatin üzerinde gezdirdi ve içine gizlediği anılarının sıcaklığıyla sanki birisi ona sarılıyormuş gibi güvende ve huzurlu hissetti. Çimenliğe tamamen hâkim taş banklardan birine oturdu ilk olarak ancak tenine değen soğuk taşın etkisiyle ürperdi, sırtını dikleştirdi ve oraya oturmaktansa tekrar odasına kapanmayı göze alabileceğine dair saçma sapan bir fikir aklına sızdı. Ancak bunu yapmayacağını bilecek kadar da tanıyordu kendini ve biliyordu ki eğer çimlerin üzerine oturur, ay ışığının altında daha da gizemli görünen çevreyi izler ve hatta bir kaç sigara içerse tekrar iyi hissedecekti kendini. Aynen bu sırayı izleyerek önce taş banktan kalktı ve çimenliğin daha iç kesimlerine doğru ilerlemeye başladı, ardından rahatça oturabileceği bir yer beklentisiyle çevresine bakınırken onu gördü.

    Ay ışığının altında beyazımsımı görünen ve gümüş gibi parıldayan saçlar. Ona doğru adımlar atmaya başladı yavaşça. Normalde yanına gitmezdi insanların ama çimlerin üzerine serilmiş bu çocuk bir şekilde kendine çekiyordu genç kadını. Mümkün olduğunca az ses çıkararak yüzünü görebileceği bir şekilde yaklaştı ona ve yüzü inceledi. Küçük Prens. Bunun bir tür şaka veya yanılsama olduğunu düşündü ilk olarak. Yeteneğinin yan etkisi olarak arada sırada gerçekte var olmayan şeyleri görebiliyordu ne de olsa. Onun gerçekten burada olmasını o kadar çok istemişti ki, genç adamın uyurkenki o huzurlu yüz hatlarına sahip bir hayalle karşılaşmıştı. Ona gerçekten dokunabilmeyi, sesini duyabilmeyi, kokusunu alabilmeyi gerçekten çok isterdi. Ama o, buraya gelemezdi. Buraya neden gelsindi ki? Sonra neden olmasın ki, ne de olsa sen de yeteneğini ondan gizledin ve sırf korkundan, bir kez bile yeteneğini onun üzerinde kullanmadın diye mırıldanan iç sesini duydu. Korkumdan değil, saygımdan diye düzeltti iç sesini. Beni kandıramazsın. Evet, iç ses haklıydı. Korkusundan bakmamıştı onun geçmişine, düşüncelerine, sırlarına... Korkuyordu. Onun hala kardeşini seviyor olmasından ve Yvonne'u sadece birlikte vakit öldürecek bir kadın olarak görmesinden korkuyordu. Şoku üzerinden attıktan hemen sonra genç adamın sağ yanına oturdu bağdaş kurarak ve cebindeki sigara paketinden bir tane çıkarıp yaktı. Genç adamın uyuduğunu düşündü. Narin parmaklarını onun sarı saçlarında, kusursuz hatlı yüzünde, dudaklarında gezdirmek istedi ancak yapamadı. Sadece ona bakarak sigara içti ve dumanını da adamın yüzüne üfledi. Bir kaç denemesinden sonra kırışan burun ve buruşan dudaklar adamın uyumadığını gösterdi. Yvonne onun üzerine eğildi gülümseyerek ve dudaklarındaki sigarayı işaret ve orta parmağıyla tutup ileri doğru uzattı yavaşça. Bu hareketine rağmen genç adam gözlerini açmadığında dumanı gecenin karanlığına üfledi, başını göğe kaldırarak. Açık grinin hafifçe esen rüzgârla dansını büyülenerek izledi. Adamdan yayılan alkol kokusunu alabiliyordu ve onun ne kadar içerse içsin sarhoş olmayan mizacından da haberdardı. Bu sebeple sadece yalnız kalmak istediğini düşündü, yine de onu burada bırakıp gitmemeye kararlıydı. Konuşurken, elindeki sigarayı adama uzattı yavaşça, dudaklarına bastırdığı yerde ay ışığıyla hafifçe parıldayan dudak balmının izini görünce minik bir gülümseme yayıldı yüzüne. Kullandığı şeylerin üzerine iz bırakmaktan garip bir şekilde zevk alıyordu.

    “ Geceyi hep sevdim. Bilirsin işte, ay ışığının en sıradan şeyleri bile gizemli bir şekilde parlatması, bir sır perdesinin arkasına saklaması hep hoşuma gitti. Gizemli şeyleri de bu yüzden sevmeye başladım, örneğin. Mesela birisinden çok fazla hoşlandım mı onun adını hiç kimseye söylemem. Onun kimliğinden bir parçayı başkasına teslim etmek gibi gelir bu bana. Gizli kapaklılığı sever oldum zamanla. Çağdaş yaşamı gözümüzde gizemli, büyülü kılabilecek tek şey bu gibi geliyor bana. Gizli tutarsan en sıradan şey bile tatlı, zevkli olabiliyor… “

    Kendi kendisiyle konuşur gibi söylemişti kelimelerini. Onun bir hayal olduğundan fazlasıyla emindi ve onun hayalleri, Yvonne’un onları ilk fark ettikleri anların dışında büyük bir gelişim göstermezdi. Örneğin duvara yaslı ve gözleri kapalı minik bir kız görse, bu kızın yapabileceği en büyük değişiklik gülümsemek veya yüzünü buruşturmak olurdu. Genelde hayallerinin gözlerini de görmezdi. Gözler, hayali gerçek kılardı çünkü duyguları dışa vurur, kişinin karakterinden bir parça yansıtırlardı. İşte tam da bu sebeple, genç adam mavi gözlerini yavaşça açıp kızın gözleriyle buluştuğu an, bunun her zaman gördüğü hayallerden çok daha fazlası olduğunu anladı. Göz göze geldikleri zaman benzinin solduğunu hissetti Yvonne. İçini garip bir ürküntü kapladı. Yüz yüze geldiği bu insanın salt varlığı öylesine büyüleyiciydi ki, izin verirse kızın tüm benliğine, ruhuna, giderek ona ait her şeye el koyabilirdi.

Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Varg Kjørsvik
Sobrius | Tiro
Sobrius | Tiro
Varg Kjørsvik


Nerden : Norveç

Lights, squares, a detail fakes the whole. Empty
MesajKonu: Geri: Lights, squares, a detail fakes the whole.   Lights, squares, a detail fakes the whole. Icon_minitimeÇarş. Eyl. 07, 2011 10:02 pm

    Kişinin kendi kendini değerlendirmesi bambaşka bir olaydı. Aynı şekilde kişinin kendi kendini çılgınca ödüllendirmesi. Sonra tasarılar ve mükemmele doğru yaklaşımlar gelirdi. Bunlar da tehlikeliydi. Parazit böcekler gibi yer bitirir ve cansız bitkin bırakırdı sizi. Sanki yok edilmeye böylesine heves edermişsiniz gibi. Bunun nedeni insanoğlunun yapabileceklerinin hiçbir sınırı olmadığı düşüncesinin sizlere aşılanmış olmasıdır. Altı yüzyıl önce insanoğlu dünyaya ne için gelmiş ise o olurdu. Şeytan ve kilise, Tanrı’yı simgelerken ona karşı savaştılar da. Tanrı ise kendi seçimiyle kısmen de olsa bu sonucu kararlaştırmıştı. Fakat ölümden sonra ister cennete, ister cehenneme gitsin; yine de insanoğlunun yer yüzünde yeri saptanmıştı. Karşı konulamazdı. O zamanlardan bu yana sahne baştan düzenlenmiş; insanoğlu bugün sadece bu sahne üzerinden yürüyüp geçiyordu. Bu değişikliğin kökeninde sizin cevap verilmesi gereken bir tarihiniz oluşmuştu. O zamanlar ruhlarınızı yenecek kadar önemliydiniz. Şimdi ise her biriniz kendi kurtuluşunuz için kendiniz sorumluydunuz. Bu kurtuluş ise insanoğlunun kendi büyüklüğündeydi. Ve işte bu büyüklük yüreklerinizi aşındıran bir kaya parçasıydı. Büyük beyinler, büyük güzellikler, büyük aşklar ve aşıklar, büyük caniler çevrenizi sarar. Werther gibilerin, Don Juan gibilerin büyük kederleri, büyük umutsuzluklarından, Napoleon gibi büyük liderlik gücüne kadar ulaştınız. Bu noktadan sonra, kurbanlarından daha büyük ve güçlü oldukları için onlar üzerinde hak iddia eden büyük katillere ulaştınız; bir diğerini kamçılama üstünlüğünü kendine hak gören insanlara; vahşi aslanlar gibi devrime koşan okul öğrencilerine, küçük memurlara; metrolardaki dilencilere, pe*evenklere; gece yarıları kahvehanelerinde ve barlarda hainlikte, vahşette en üstün olduklarına inanan, gürültü edenlerin boğazına sarılan hasta ruhlarının esiri sokak serserilerine; pürüzsüz bir perde üzerinde olağanüstü güzelliklerin gölgesindeki düşlere. Bütün bunlar yüzünden aşırı bir biçimde nefret eder ve kendi kendinizi ve bir diğerinizi aşırı biçimde cezalandırırsınız. Yüzünü gıdıklayıp akan dumanımsı bir his, burnunu kırıştırmasına sebep olduktan sonra, o sesi duydu.


    “ Geceyi hep sevdim. Bilirsin işte, ay ışığının en sıradan şeyleri bile gizemli bir şekilde parlatması, bir sır perdesinin arkasına saklaması hep hoşuma gitti. Gizemli şeyleri de bu yüzden sevmeye başladım, örneğin. Mesela birisinden çok fazla hoşlandım mı onun adını hiç kimseye söylemem. Onun kimliğinden bir parçayı başkasına teslim etmek gibi gelir bu bana. Gizli kapaklılığı sever oldum zamanla. Çağdaş yaşamı gözümüzde gizemli, büyülü kılabilecek tek şey bu gibi geliyor bana. Gizli tutarsan en sıradan şey bile tatlı, zevkli olabiliyor… “

    Bir gariplik duygusu içindeydi genç adam. Dünyaya ait değilmişçesine, bir bulutun altında kalmış, yukarı doğru uzaktan bakar gibi. Gözlerini açtığında karşılaştığı kadın her insanoğlunun bu duyguyu bir noktaya kadar paylaştığını anlamasını sağlamıştı zamanında. Zamanında. Çok uzak değildi halbuki, ama üzerinden ışık yılları geçmiş gibi geliyordu. Gariplik duygusu zaman zaman bir fesatlık biçimine dönüşüyordu. Sadece bir kötülük olarak değil fakat güzelliğin, heyecanların değişik biçimleri olarak ve aynı zamanda var olmanın alışılagelmiş, etkisiz yaşama biçimi. Böyle bir duygunun gölgesi altında yaşamak çaba sarf etmekti. Kişiyi düşünenlere ittiği kadar huzursuz da ediyordu; öyle ki, kişi; kardeş, anne, baba ve arkadaştan önce yoldan geçen birine bağlanmak gereğini duyar. İşte onun bu anına denk gelen genç kadın da aynı şeylere maruz kalmıştı. “Önemsiz hırslara kapılmanın acısını çekiyoruz hiç kuşkusuz. Yaşamak öylesine değerlidir ki bizler için, boşa harcanan her şeyde çok dikkatliyizdir. Belki daha iyi bir deyişle ‘kişisel alınyazımızın sezgisi’ diyebiliriz. Sanırım bu, hırs sözcüğünden daha uygun. Acaba yaşamım ulaşabileceğim en son noktadan, bu sadece bir olasılık bile olsa, bir santimetrenin binde biri kadar eksik mi?” Kadının gözlerinden ayrılıp başının arkasına kaydı gözleri, geceye. Geceleri seviyordu. Hepsi sakin ve hepsi sessizdi. Mutlu. Huzur vardı gecede. Karanlığında bir dinginlik vardı, engin denizlerin durgunluğunu taşıyordu üstünde. Geceyi dinlemeyi seviyordu. Tıpkı geceyi izlemeyi sevdiği gibi. Hatta geceyi, geceleri bütün duyu organlarıyla algılamak isterdi. Ona dokunmak, tatmak isterdi; çünkü geceler onu mutlu ediyordu. Geceler huzurlu olmasını sağlıyordu. Bir gece ona kendisini çok iyi hissettirebiliyordu. Yıldızlar görünüyordu bazı geceleri, seviniyordu. Arada ay görünüyordu gece olunca. Ay tanrıçasının ışığında güvende hissediyordu kendini ilkel insanların yaptığı gibi. Çünkü dışarısı yırtıcı doluydu. Hepsinin hırsları vardı, arzuları vardı uğrunda savaştıkları, insanları ezip geçtikleri. Egoları vardı onları ölümlerinden kurtaran. Ve Ay onları aydınlatıyordu gecenin bu güzel karanlığında yine aciz insanları korumak için. Gece çok önemliydi onun için. Seviyordu geceyi. Hatta çoğu gecelerde gün hiç gelmesin istiyordu. Gece kalsın. O hep huzurlu olsun istiyordu. Bakışlarını kadına çevirdi tekrar. Düşünceler daha iyi duyurur seslerini gecenin sessizliğinde ya da beyin kıvrımlarının ıslak karanlığında. Çünkü insanlar düşüncelerini kendilerine saklarlardı.Güneşin çığlıkları susar o zamanlarda. Herkesin düşünceleri evine çekilmiştir, beyinlerine, sığınmıştır bir yere. Sokaklar ve meydanlar yankılanıyordur belki ama bir düşünce çıtırtısı bile duymak mümkün olmaz sessizliğin gürültüsünde çoğu zaman. O hissedilemez sessizlik. Geceye baktığındaysa insan, sokaklarda, duyabilirdi öteden yankılanan düşünceleri. Zihin adeta kusardı gün boyunca beyin kıvrımlarından geçirilenleri. Duyduğunuz yankı bir kıvılcım, zihnin ıssız, karanlık, kimsesiz sokaklarında sıkışmış ve masum.

    Baudelaire: Il me semble que je serais toujours bien la ou je ne suis pas. Başka bir deyişle: Öyle sanıyorum ki benim mutlu olacağım yer hep bulunmadığım yer olacaktır. Ya da daha açık söylemek gerekirse: Bulunmadığım yer, kendim olduğum yerdir. Ya da, iyice dobralaşırsak: Dünyanın dışında neresi olursa olsun.

    Bütün edebi kişiliğini bir yana iterek, Baudelaire’i sadece bu sözü için bile sevebilirdi. Dünya ile bağlantılı olan her şeye duyduğu büyük tiksintisi konusunda yalnız olmadığını, Baudelaire’in bu cümlesini okuduğunda anlamıştı. Dünyaya olan tiksintisi kendisini de içine alıyordu elbet. Var olmamak, evren için hiçbir önem arz etmeyen minicik bir varlık olmaktan kat be kat daha iyiydi. İyi günlerim de kötü günlerim de oluyor diyebilmek isterdi hiçbir şeyin farkında olmayan insanların geri kalanı gibi. Lakin kendisinin iyi bir günü olduğunu hatırlamıyordu. Her günü kötü olsa bile çocukluk anılarının şekerli ve güzel olması beklenirdi belki, ama öyle değildi.Kendini sevebilmeliydi belki de yaşamak için. Öyle olsa gerek. Sevmezse insan kendini, sevemezse eğer hayatı ne hal olurdu düşünsenize? Düşünmeyin ya da. Fazla düşünme dinden çıkarsınız demişler ne de olsa. Bazen de gerek kalmazdı düşünmesine, kendini o hal ve durumun içinde buluverirdi. İçi çürümüştü belki de. Ah öyle ya, çok kolay çünkü bu dünyada. Küllerinden doğamayabilirdi içindeki. Sürünür dururdu. O halde ne yapardı? Yapabileceği hiçbir şey olmasa da hayat devam ederdi ki en pis yanı da buydu. Nihilizme sürüklerdi insanı. Uyuyamaz olurdu bu korkudan. Ki olmuştu da. Bu hissin yaşamına getirdiği korkudan. Yaşadıkları düşünceleriyle eşit nitelikte olmayabilirdi. Hiç yaşamamış olabilirdi bile yaşamı boyunca. Düşünürdün ve düşünmeye devam ederdi. Düşünceleri dışında hiçbir şey yoktu elinde. Tek parmağında çubuk tutardı dengede, sürekli okur yazar ve çekerdi ve müzik zevkiyle okumuşluğuydu elinde olan tek şey. Belki de insanlara karşı olan anlayışı yine tahammülsüzlüğünün yanındaydı. Zıtlıkları anlayabildiğini sanmıştı ama aslında o iş hiç de öyle değildi. Bilebilir miydi? Bildiğini sanmaktan öteye nasıl geçebilirdi? Peki ya ötesi neresi? İşte tüm sorular aklındayken bir de çalışması gerekirse, istenirse ne yapardı? Düşünürken kafası acıyordu. Kafası hep acıyordu. Baş ağrısını evvela sinüzite bağlayan pek şahane doktorlar bunu da bilirler miydi? Onlar da düşünmüştürler belki. Koskoca doktor derdiniz. Ama ondan başkası, bu durumda ondan başkası yalandı. Aşık olamazdı mesela. Severdi, takıntı yapardı ama aşkın sadece hormonlardan ibaret olduğunu düşünürdü, bilirdi. Gerçek böyleydi. Onun gerçeği. İnsanlar ve düşünceleri üzeine binlerce kez düşünürdü, yazardı, çekerdi, yazmaktan eli ağrırdı, düşünmeye devam ederdi de anlatamazdı. Kavradığını düşündüğünde saçma şeyler olurdu. Saçma şeyler gelirdi aklına. Sevişirdi. Sevişirlerdi. Endorfindi onu mutlu eden fakat sentezleyemezdi yeteri kadar. Mutlu olamazdı en mutlu olacağını düşündüğü anda bile. Sürekli bir boşluk sürekli bir istikrarsızlık belki, belki de kocaman bir doyumsuzluk hissi. İsteksizliği de eklemeliydi. Devamı da gelirdi elbet. Ellerinin ayaklarının sınırlarından taşabilir miydi? Yine düşüncelerinin alıp başını gittiğinin farkındaydı. Gözleri bir saniyeliğine bile ayrılmamıştı kadının gözlerinden ve nedense bir an, geçici bir an sadece bakmak istedi. Bir şey duyumsamadan bakmak. Salt bakma eylemi. Kulağa basit gelen bu öbeği eyleme dökmenin bir o kadar zor olması, en azından kendisi için, canını yakıyordu. Halbuki karşısındaki kadına sadece bakabilmeyi isterdi. Sadece ona bakabilmeyi, onu bütün varlığıyla, varlığının dış çizgileriyle, ruhuyla, salt ona bakabilmeyi isterdi. İçinde kapladığı yeri kadının, git gide arttığını dehşetle fark etti. Kanserli bir hücre gibiydi varlığı. Kalbinde minik, önemsiz bir şekilde varlık göstermiş, onun gizliden gizliye büyüyen varlığını fark etmesini sağlayan küçük çaplı dehşet saçan bir olay sonucu onunla yüz yüze gelmişti ve ondan sonra; ilerlemesini hiçbir şekilde kesmemiş, bütün vücuduna yayılmaya başlamıştı.


    " Benim adımı birine söyler misin? "

Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Yvonne Carterville
Fortunatus | Tiro
 Fortunatus | Tiro
Yvonne Carterville


Lakap : Ivy.

Lights, squares, a detail fakes the whole. Empty
MesajKonu: Geri: Lights, squares, a detail fakes the whole.   Lights, squares, a detail fakes the whole. Icon_minitimeCuma Eyl. 09, 2011 10:16 pm




    Beyninin kıvrımlarında dolanan elektrikli his, kadını rahatlatıyordu. Adamın düşüncelerini okuyamasa da, onun düşüncelerini seviyordu. Ona ait pek çok şeyi seviyordu. Biliyordu, karşısında oturan genç adam için de böyleydi hayat. Sürüden ayrılanı kurt kapar derlerdi, ancak ne birbirlerini uzaktan tanıdıkları yıllar içinde, ne de birbirlerine yaklaştıkları o talihsiz dönemlerde, kurt ortaya çıkmıştı. Oysa ikisi, kalabalığa ters gelen şeyler yapmaya bayılırdı. Yvonne yaya trafiğinin en hızlı, en karmaşık olduğu caddelerin tam ortasında durur, ona çarpıp geçen, rahatsız bir şekilde bakan insanları önemsemezdi. Aslında insanlarla yakında olmak onun için gerçek bir sınavdı. Ne de olsa yeteneği, insanların çıplak tenlerine yaptığı temaslarla devreye giriyordu ve genç kız bu temasa hazırlıklı olmadığı takdirde de, yeteneğini devre dışı bırakana kadar ki süre içinde o insanın düşüncelerine hâkim oluyordu, bundan kurtulmak için odaklandığı anlardan sonra ise gerçek bir baş ağrısıyla sarmalanıyordu bedeni. Zaten onlara dokunmasa bile duyulamayan düşüncelerin ağırlığını beynindeki kıvrımlarda karıncalanmalar şeklinde hissediyordu. Bazen fazla can yakıcı ve sinirlendirici oluyordu bu his, bazense, bu adamın yanında olduğu her an, karıncalanma onu hayatta tutuyordu, yaşayacak gücü veriyordu Yvonne’a. Bunun sebebini ölene dek çözemeyeceğini biliyordu, çözmek de istemiyordu ama adamın düşüncelerini seviyordu. Onun uzun konuşmalarını, dünyayı değerlendirişini hep sevmişti. Karşılıklı koltuklarda oturup konuşmaya başlarlardı eskiden ve sonra onun birbirini takip eden ancak gittikçe dağılan fikirlerini kelimelere, seslere yansıtışını dinlerdi kadın. Konuşmazdı, onun yanında konuşması da gerekmezdi zaten. Onun sesinin kadifemsi dokusu kadını uykunun kollarına çekse de, fikirleri uyanık tutardı onu, gözleri, düşleri, düşünceleri… Şimdi onun mavi gözlerine dalmışken, bu anıları, konuştukları her şeyi yavaş yavaş tüm ayrıntılarıyla hatırlıyordu, aklına gelen anılarla birlikte köstekli saatin gittikçe ısındığını hissediyordu.

    Ona baktı. Dudaklarından çıkacak kelimeleri önemsemiyordu şu an. Sadece bakışlarındaki o garip dokunuşu, konuşurken dudaklarında beliren kıvrımı, sesinin düşüncelerinin ağırlığıyla azalıp artan tonlamasını önemsemek istedi. Ancak her zamanki gibi o konuştuğu anda, beyni, adamın bedenine duyduğu hayranlığı bir kenara bırakıp, kelimelerine önem verdi. Rüzgârın sadık bir yoldaş ve duyarlı bir sevgili gibi yanında gezindiğinin, sarı saçlarını uçuşturduğunun, bol tişörtü dalgalandırdığının farkında değildi. Sinir hücreleri ve beyni arasındaki o minik baplar kopmuş gibiydi sanki. 5 duyusundan ikisini devre dışı bırakırsa, kalan üçü sayesinde daha da iyi bir biçimde algılayabilirdi belki adamı. Saçma sapan bir düşünce olsa da beyni uydu buna. Çimlerin serin dokunuşunu hissetmemeye başladı, dudaklarındaki çilek tadını alamadı ancak onun sesini daha net duydu, yüzündeki ayrıntıları daha net gördü, kokusunu daha iyi algıladı ve bu, onu sarhoş edebilirdi.

    Baudelaire: Il me semble que je serais toujours bien la ou je ne suis pas. Başka bir deyişle: Öyle sanıyorum ki benim mutlu olacağım yer hep bulunmadığım yer olacaktır. Ya da daha açık söylemek gerekirse: Bulunmadığım yer, kendim olduğum yerdir. Ya da, iyice dobralaşırsak: Dünyanın dışında neresi olursa olsun.

    Adamın ne dediğinin önemi yoktu gerçekten de. Kıza ondan nefret ettiğini bile söyleyebilirdi, önemsemezdi bunu, sadece sesini duyabildiği için sevinirdi. Lanet olası bir biçimde ona takıntılı olduğunu fark etti ancak önleyemediği bir şeye ayak uydurmak istedi bir kerecik olsun. Sırtını dönüp gitmektense, onunla yüzleşti. Genç adamın sözleri yine de beyninde bir ışık yakmıştı. Bir ışık değil, hayır, bir zamanlar beyninde yanan meşalelerden en parlağının, sönmeye yakın ışığını büyütmüştü. Ancak tek bir istisnası vardı onun için bu sözlerin. Yvonne şu anda mutluydu. Uzun zamandır ilk kez başka bir yerde olmayı istemiyordu. Bu adamın yanındayken her daim hissettiği o huzur ve aynı şekilde hafif bir rahatsızlıkla mutluydu genç kadın. Onu gördüğü her an kalbinin arı kuşlarının kanat çırpışları gibi hızla atmasından memnundu. Dudaklarında istemsiz bir gülümsemenin belirmesinden de… Bu, ilk kez aşık olan yeniyetme bir kız gibi hissetmesine sebep olsa da önemsemiyordu.

    " Benim adımı birine söyler misin? "

    Dudaklarındaki gülümseme dondu. Elinde sigara olduğunu unuttu bir an için, sonra derin bir nefes çekti, cesaretini toplamak istercesine ve hemen ardından sigarayı yakınlarında bulunan bir taşa bastırarak söndürdü. Elinde olmadan dizlerini çenesinin altına çekti ve kollarıyla sardı bedenini. Kendini savunmak istediğinde, bir tehlike sezdiğinde yapardı bunu, oysa en çok bu adamın yanında güvende olduğunu biliyordu. Zaten onu korkutan da adam değildi, sözleri ve ona olan bağımlılığı kelimeleri dökmek veya dökmemek için yaşadığı şaşkınlıktı. Dizlerini çözdü. Onu kimseye anlatmazdı. İstese bile yapamazdı bunu. Aralarındaki o garip, bir ismi olmayan ilişkiyi, sadece bir kez bedenine dokunmuş olsalar da binlerce kez ruhuna dokunan bu adamı birilerine anlatarak, onunla aralarındaki özel anları bozmak istememişti. O geceyi düşündü, ardından unutmak istercesine başını iki yana salladı ve dizleri üzerinde doğrularak adamın çimlerin üzerindeki yüzüne doğru eğildi. Saçlarındaki tokayı çıkarttı yavaş bir hareketle ve düz tutamların aralarına girmesine izin verdi bir an için, ardından saçları sol omzunda bir araya getirdi ve dudaklarını adamınkilere bastırdı beceriksizce. Onun yanında liseli bir kıza döndüğü gerçeğini göz ardı ederek adamın dudaklarında, dokunuşlarının sıcak ve yumuşak dokusunda kayboldu. Öpüşmelerinin ne kadar sürdüğünü bilmiyordu ve dahasını istiyordu. Ama biliyordu ki sonsuza kadar öpüşseler de, onun dudaklarına asla doyamayacaktı. Yüzünü geri çekti, gülümsedi. İtiraf edeceği şeyin ağırlığını ve değiştireceklerini umursamadan konuşmaya başladı.

    “ Asla. Ama zaten kimseye bahsedemem ki senden. Az önce söylediğim sebep için öncelikle. “ Gözleri genç adamınkilerden ayrıldı ve geceye dikildi. “ Bir de senin yanındayken içimi dolduran huzuru nasıl kelimelere sığdıracağımı dahi bilmezken, seni anlatmak gerçekten de zor olurdu… “

    Bu hiçbir zaman huzurlu olamayan bir kadının itirafıydı ve sesi hafifçe titriyordu. Ona olan bağımlılığı uyuşturucu gibiydi. Her seferinde dozu biraz daha arttırması gerekiyordu, bir keresinde fazla kaçırmıştı ve o günden beri hücrelerinin her birinde o olmadığında eksik, üzgün, kırılmış hissediyordu kendini. Genç kadın en büyük zayıflığını itiraf etmiş olmanın ağırlığıyla baktı mavi gözlere. Ondan gelecek bir cevaba, olumlu bir cevaba, bir itirafa fazlasıyla ihtiyaç duyuyordu şu anda ve bu his yüzünden kendini bir bebek gibi hissediyor olmaktan da nefret ediyordu. Birilerine muhtaç olmaktan hiçbir zaman hoşlanmamıştı. Bu kişi kim olursa olsun bir türlü sevememişti. Belki alışkanlıklarına ters geldiği içindi bu, ne de olsa insanların muhtaç oldukları kişi her zaman Yvonne olmuştu, oysa ki bu genç adamın yanında hissettiği huzura delicesine ihtiyacı vardı kadını. Doldun alt dudağını ısırdı hafifçe. Düşünmeyi bırakması ve onun cevabını beklemesi gerekiyordu. Ve alacağı cevap ne olursa olsun, bunu kabullenmesi…




En son Yvonne Carterville tarafından Paz Eyl. 11, 2011 12:13 pm tarihinde değiştirildi, toplamda 2 kere değiştirildi
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Varg Kjørsvik
Sobrius | Tiro
Sobrius | Tiro
Varg Kjørsvik


Nerden : Norveç

Lights, squares, a detail fakes the whole. Empty
MesajKonu: Geri: Lights, squares, a detail fakes the whole.   Lights, squares, a detail fakes the whole. Icon_minitimeC.tesi Eyl. 10, 2011 4:37 pm

    Genç kadın tutuk hareketlerle sigarasını bir taşta söndürür ve üzerine eğildiğinde saçlarının yüzünü gıdıklamasına izin verirken, o, gözlerini kapadı. Yıkımın ve yok oluşun tam ortasında anlamıştı kim olduğunu. Tüm dünya dümdüz olmuştu ve soğuktu. Dumanlar tütüyordu her yerde. Kimse kalkmıyordu yattığı çamur, kan ve pisliğin üzerinden. Kendisi, benliğinin çığlıklarını duyuyordu kalp atışı gibi kulaklarında. Yankılarını duyabilecek kadar yalnızdı yeryüzünde. Sessiz, dumanlıydı her şey gibi içindeki son ruh parçaları da. Tıpkı yeni doğmuşcasına derin bir nefes aldı dudakları buluştuğunda. Hava yerine tüm o dumanları çektiğini düşündü. Belki kendi kendini çekerse, kendini yok edebilirdi. Yine de ciğerlerine oksijen kattı. Vahşetin külleri her iki gözünü de yakıyordu. İğne deliği kadar kalmıştı göz bebekleri. Büyümelerini hissetti. Yaşadığı anın tadını çıkaramıyordu çünkü yaşadığı bir an yoktu. Sadece bu kadın. Belki yaşayabileceğini ona hissettiren tek insan. Belki çürüyen bir bedene sahip rezil insanoğlundan birini sevebilirdi o yaşına kadar sandığının aksine. Gözlerini açtığında artık tamamen biliyordu. Bütün o hatırladıkları, aklındaki imgeler, hepsi yaşanmış mıydı? Hepsi gerçek olabilir miydi? Gördüğü her şey ama her şey en basit içgüdü kadar netti. Dumanlar yükseliyordu beyninde her zaman, kaynağı yer olmayan. Beyni tütüyordu. Hiçbir omzun kaldıramayacağı kadar ağırdı kendi ruhu.


    “ Asla. Ama zaten kimseye bahsedemem ki senden. Az önce söylediğim sebep için öncelikle.Bir de senin yanındayken içimi dolduran huzuru nasıl kelimelere sığdıracağımı dahi bilmezken, seni anlatmak gerçekten de zor olurdu… “

    Göz temasları kesilmişti kadının belli belirsiz titreyen sesi gecenin gözeneklerinde sindirilirken. Bir kitapta okuduğu ve altını çizdiği bir bölüm geldi aklına: “‘ İnsanların büyük çoğunluğu yüzmeyi öğrenmeden yüzmek istemez.' ne anlamlı bir söz değil mi? yüzmek istememeleri doğal, çünkü karada yaşamak için yaratılmışlardır, suda değil. ve düşünmek istememeleri de doğal, çünkü yaşamak için yaratılmışlar, düşünmek için değil! evet, kim düşünürse, kim düşünmeyi kendisi için temel uğraş yaparsa, bunda ileri bir noktaya ulaşabilir; ne var ki, karayla suyu değiş tokuş etmiştir böyle biri ve bir gün gelir suda boğulur. “ Bu paragraf kendisinin durumunu öyle sade ve tam bir şekilde ifade etmişti ki, çarpılmışa dönmüştü. Cümleleri art arda bir kere daha ve bir kere daha ve tekrar tekrar okumuştu. Sonunda, kendi kafasında kurduğu ortamı anlatmasıyla heyecana kapılmıştı o yazılı eserde. Bir insan çok üzgünse, dişi ağrıdığı ya da para kaybettiği için değil, her şeyin gerçekte nasıl, yaşamın nasıl şey olduğunu hissettiği için üzgünse, gerçekten üzgün demektir, işte o vakit biraz hayvana benzer, o zaman üzgün görünür, ama her zamankinden daha gerçek ve güzeldir bu üzüntü. İşte genç kızın suratına her zaman yerleşik olan ifade, bu üzgünlük ifadesiydi. Konuştuğunda, yüzüne yerleşik olan o ifade biçimi, daha da belirginleşmişti.

    " Ben zor bir adamım, Ivy. "

    Evet. Bildiği tek şey ne dünyanın ona ne de onun dünyaya hazır olduğuydu. İnsan denilen cins-i mahlukatın doğasını anlayabilmiş değildi ve habitatına zarar veren canlılar olmaları gerçeğinin önünde ne yapacağını şaşırıyordu. Değişkenliği ve sabit olmayı bir arada barındıran dengesiz varlıklardı insanlar. Geleceğin tanrıları. İnsanlar hasta ruhlarını gizlemek için her şeyi denerlerdi. Bunu bir yalanla, gülümsemeyle, bir müzikle, afrodizyak etkisine sahip bir kokuyla ya da dolaptan çıkmış buz gibi bir birayla dahi deneyebilirlerdi. Bir şekilde; nefretle ya da durdurulması güç bir bağımlılıkla hastalıklarını ört pas etmeye çalışırlardi. Fakat kendilerine anlattıkları bu palavralar ve oynadıkları oyunlar, hasta ruhlarını kısa bir süre saklamayı başarırdı yalnızca. Bilinmedik bir nokta vardıysa; o da bu anlık refah halinden sonra, hasta ruhlarının kendilerini daha dibe çekeceklerinin farkında olmamalarıydı. Genç adamsa ruhunu gizlemeye çalışmıyordu, hastaysa, hastaydı. İnsanlar hangi gözle bakarsa baksınlardı. Manik depresif? Nevrotik? Deli? Yalnızlık düşkünü? Filozof? Aptal? Bilge? İnsanların ne aptal etiketleri ne de aptal yargıları önemli değildi onun için.Kendisi hayatı hep parçalı-bulutlu yaşamıştı. Güneş, arada bulutların arasından gösterdi kendini. Isıtmaya çalıştı içini. Olmadı. Yağmur, arada ıslattı suratını. Vurdu suratına acizliğini. Olmadı. Saf bir mutluluk beklenmezdi hayatta. Peki niye etrafında sürekli mutlu görünen insanlar vardı? Kocaman bir sahteci dükkanıydı dünya. İnsanların bu kadar mutlu olmasından korkardı; o hep mutsuzdu çünkü. Hayatın ondan bir şeyler alacağını biliyordu. Öyle ya, daha çocukken başlamıştı almaya. Peki niye etrafında hiçbir şeyini kaybetmemiş insanlar vardı? Hatta bir şeyler kazanmışlar? Sürekli kendine soruyordu. Kendiyle boğuşuyordu. Bazen bencillik iyiydi. Buna inandırmaya çalışırdı kendini. Bazen hayatınızdan çıkarılacak insanların olduğunu bilmeniz, bir şey yapmanız gerektiğini hissettirir size. Güçlü olmak için beklerdi, ne yapması gerektiğini bilirdi. Bazen güçlü hissederdi kendini. Yapması gerekeni yapardı. Bazen yaptıklarından pişman olurdu. Sonra geçerdi. Bazen severdi. Sevdiğini sanardı. Bazen nefret ederdi. Ettiğini sanardı. Ama aslında mutlak bir yalnız olarak o, hiçbir şey hissedemezdi. Bazen ne kadar kararsız ve aptal bir insan olduğunu anlardı. Ağlardı. Bazense yaşadığı bütün bu duygular, geçmiş olsun, rezil bir hayatı var demekti. Hiç kuşku yok, bir şeyler olmuştu ona. Ve olanlar, hani o alışılagelmiş kesinlikle, açıklıkla değil, hastalık biçiminde olmuştu. Sinsi sinsi, yavaş yavaş yerleşti; biraz saçma, biraz rahatsız bir insan gibi duymaya başladı kendini, çocukken daha, hepsi bu kadar işte. Bir kez gelip yerleşince de bir daha kımıldamadı, kalakaldı öylece, ve o, hiç bir şeyi yok sandı, yanıldığını sandı. Gerçeklik nedir? Hissizdi. O da sevilmek istiyordu, herkes isterdi. Ama olmayacaktı, ve sevilmek gibi basit bir duygu için, bütün duygular basitti, kendi ruhunu değiştiremezdi. Değiştirmeye çalışamazdı. O kadar sığ değildi. Ruhunu değiştirirdi ama yapamazdı. Bilinç onu öldürüyordu ve bilinçlilik bir hastalıktı. O yüzden yapamıyordu. Sevgi veya başka bir şey hissetmek için kendi ruhunun katili olamıyordu. Çünkü eğer bir şey hissetmek için öyle bir katil olacaksa o ruh sonra başka bir ruh olacaktı, o olmayacaktı ki. O zaman o bir şeyler hissetmeyecelti yine, yeni olan mutlu olacaktı. Yeni olansa kendisi olmayacaktı, o zaman ne anlamı kalacaktı? Bir şeyleri feda etmenin? Kendini sonlandırmanın? Yalnız insanlar daha çok hisseder ama aslında hissetmezlerdi, onların his sınırları farklıydı.

    Böyle bir insan olduğunun ayırdına varmış olarak bir ilişkiyi yüklenmek istemiyordu. Bir şeylerin adını koyarak, oldukça hafif olan bir olayı ağırlaştırmak istemiyordu. Ve durumun garipliği, kendisini bir gerçeklik yaşamıyormuş gibi hissetmesini pekiştiriyordu. Luci ile beraberken perdeleyebilmişti o kişiliğini, yavaş yavaş başka bir insan olmaya başladığını hissetmişti, o olmaya başladığını. Bir şeylerin hafiflediğini, yerin çekimini kaybettiğini. Sonra aşırı kaygan bir zemine denk gelmiş ve ne olduğunu anlayamadan kaymıştı. Ardından Luci'nin artık olmadığının, yani teoride olmadığının, farkına varması, boşluk, ve Yvonne. Garipti işte, olayı tanımlayabilecek sözcük sadece "garip"ti. Ona dokunmaya karşı olan çekincesi bile, ona dokunduğunda Luci'ye dokunduğunu sanacak olmasıydı ve bu tamamen kendi kafasında kurduğu bir kuruntu ve kendini kandırma bahanesi değildi. Genç kadının teni kendisininkine değdiğinde, onun dokunuşunu hissettiği oluyordu. Ona baktığında, bazen Luci'yi gördüğünü inkar edemiyordu kendi kendine. Genç kadın ona dokunduğunda kendisinin Luci'yi hissediyor olması, orada o anda onun kendisine dokunduğunu görmesi kapalı veya açık gözlerinin ardından, genç kadına yapılabilecek en büyük haksızlık ve çirkinliklerden biriydi ve bunu yapmak istemiyordu genç adam. Bunun olmasını istemiyordu. Öte yandan genç kadına olan hislerini de yadsıyamıyordu ve, vücudunun her bir dehlizini dolduran o hissiyata kapılıyordu; kararsızlık, bilinmezlik ve, galiba, korku.

Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Yvonne Carterville
Fortunatus | Tiro
 Fortunatus | Tiro
Yvonne Carterville


Lakap : Ivy.

Lights, squares, a detail fakes the whole. Empty
MesajKonu: Geri: Lights, squares, a detail fakes the whole.   Lights, squares, a detail fakes the whole. Icon_minitimePaz Eyl. 11, 2011 12:19 pm


    " Ben zor bir adamım, Ivy. "

    Kendini bir çölün ortasında hissediyordu. Göz alabildiğine uzanan altın renkli kumlarla kaplı bu yerde, rüzgâr çevresinde oynaşıyordu kızın. Bu, sağından ve solundan, birbirine zıt esen hava akımları gibiydi ve kız kendini bir an için serin esintiye bırakıp huzurlu hissediyorsa, diğer an kumları havalandıran kuru, sıcak bir rüzgârla gözleri, boğazı yanıyordu. Bu çöl, kızın yaşamındaki en büyük seçimlerden birini yapmaya çalışırken oturduğu bir bekleme salonuydu adeta. Hissiz, acıtmayan, steril ve gerçek dünyadan uzak. Oysaki iki yanından uzanan yollar, bunun gerçek olduğunu kanıtlıyordu. Bir yanına, serin rüzgârın kaynağı olan tarafa, kızın oturduğu noktadan başlayarak taş bir patika şeklinde bereketli bir vahaya uzanan bir çizgi vardı. Yol uzun ve kuraktı. Kuru rüzgârın estiği tarafa uzanan yol ise ağaçlarla bezenmiş, nereye varacağı bilinmeyen, gölgeler ve güneşin kaçınılmaz birlikteliğiyle parıldayan, eğimli bazen yarıklar ve çukurlarla devamlılığı bozulan, bazen dümdüz ve en değerli taşlarla bezeli, bazen kaktüslerle kaplanmış bir yoldu. Bu yola girmek ilkine kıyasla daha fazla cesaret, güç ve inanç gerektirirdi. Ne de olsa emekleriniz, çektiğiniz acılar, akan kanınız ve damlayan yaşlar bir hayal kırıklığıyla sonlanabilirdi, çok düşük bir olasılıklaysa hep özlemini çektiği topraklara ulaşırdı insan. Ve kadın hangisini seçeceğini bilmiyordu. Adamın ne kadar zor olursa olsun onu yanında tutacağını biliyordu. Bunu kızı sevse de sevmese de yapardı. Kendini Lucinda'ya bağlı hissettiğinden yapardı ve yapardı çünkü adam için, sevdiği kadının yüz hatlarını, sesini ve varlığını en rahat hayal edebileceği beden Yvonne'unkiydi. Genç kadın bunu biliyordu ancak önemsemiyordu. Onu seviyordu, onu sevdiği için kardeşinin aralarına girecek hayaliyle yaşamaya bile razıydı.

    Belki bu halde olması gurursuzca gelebilirdi birilerine. Şu an düşünebilseydi o da bunu fark ederdi aslında. Ama konu o olunca, düşünmek istemiyordu. Hissettiklerini yaşamak istiyordu, aklına eseni yapabilmek, içini açabilmek. Varg’ın onu yargılamayacağını bilmesi düşünmeden hareket etmesine sebep olabilecek en önemli etkendi. Onun yanında olmayı seviyordu, sessizliğini, olduğu gibi olmasını seviyordu. Ama… Her zaman bir ama vardı işte. Bir şeyi asla sadece iyi yanlarıyla kabul edemez insan. Yaratılışımıza aykırı. Muhakkak elimizdekilerin kötü yanlarını görürüz. Kaçışımız yoktur bundan. Yvonne onun kötü yanının kardeşi olduğunu biliyordu. İkisini bir araya getiren oydu. Lucinda’nın anılardan kaçışı ve ablasını yalnız bırakışı, Varg’ın sarışın kadının iyi olup olmadığından emin olmak için kısa süre onda kalmak için gelmesi, bu sürenin gittikçe uzaması, kızın ona bağlanışı ve sevişmeleri… Kız en çok birine ihtiyaç duyduğu anda, kendini kaybetmek üzere olduğu anda ve ruhunu fırtınalara kaptırdığı sırada güvenli bir liman gibi çıka gelen bu adam, kadının hayatını alt üst etmişti. Ancak kötü bir şey değildi bu. O karmaşaya ihtiyacı vardı Yvonne’un kendini toparlamak için. Bu sırada Varg’a kapılacağını bilemezdi. Bilemezlerdi.

    Şimdi bir şey söylemesi gerekiyordu, ancak boğazı kurumuştu. Ne demesi gerektiğini, nasıl davranması gerektiğini bilmiyordu. Kalbi ve beyni iki ayrı yöne çekiştiriyordu kızı. Beyni, Varg’dan vazgeçmek adına o uzun ve taş yola girmesini istiyordu. Bu sayede onu unutana kadar acı çekerdi bir süre, sonra puf! Adam kalbinden çıkar, yeni biri girerdi içeri. Kalbiyse… Kalbiyse tüm riskleri almasını, Lucinda’ya rağmen onu sevmesini, Varg kardeşini unutana kadar sabretmesi ve ardından gerçekten istediği adamla mutlu olmasını diliyordu. Mantığını seçmesi gerektiğini biliyordu. Genç adam belki Luci’yi asla unutmazdı, belki uzun yıllar sürerdi bu ve belki Luci’yi uğruna unuttuğu kişi Yvonne değil de başkası olurdu. Bu risk, acı eşiğinin fazlasıyla üstünde bir sızı yayılmasına sebep oldu bedenine. Ancak güzel şeylere ulaşmanın yolu çabalamak ve acılara karşı gelmekti, öyle değil mi?

    Gözleri adamınkilere değdi kısa bir süre için, ardından uzağa, çok uzağa dikildi. İstese arkasını dönüp gitmeye hazır bir biçimde oturduğunu fark etti o an, yüzündeki duygu namına her şeyi sildi, geçen yıllarda bu konuda uzmanlaşmıştı. Ay ışığına dikildi gözleri en son. Birbirlerine asla dokunamayacak iki âşık gibi diğerinin peşi sıra koşturan Güneş ve Ay. Yakınlardı ama birbirlerine sahip olacak kadar değil. Uzaklardı ancak birbirlerini unutacak kadar değil. Pes etmeden, dur durak bilmeden koşturuyorlardı birbirlerinin peşi sıra. Bazen, o tutulmalar sırasında duruyorlar, karşılıklı oturup birbirlerinin gözleri içine bakıyorlardı. Dokunmadan. Asla. Dokunurlarsa ikisinden birinin ölümü olurdu bu kuşkusuz. Onlar yine de kaderlerini kabul etmişti, yasaklara uyuyor ve bazı günler birbirlerinin gözlerine bakarak oturmaktan keyif alıyorlardı. Bacaklarını altında topladı, bakışlarını yere indirdi ve yüzünü kapayan sarı tutamları çekmek için uğraşmadı bile. Derin bir nefes aldı. Ne yapacağına karar vermiş birinin dingin ifadesini yerleştirdi yüzüne, dudaklarında zayıf bir gülümseme belirdi, sesinin hissettiği kadar kendinden emin çıkacağına emin olduğunda da konuşmaya başladı.

    “ Ben, sen de bunu istersen elbette, seni olduğun gibi kabul etmeye hazırım. Gerekirse, beklemeye de. “

    Yapamayacağı bir şey değildi bu. Beklerdi, beklemeye alışkındı. Hem, Lucinda’yı unutturabilirdi ona. Yapabileceğini biliyordu, hayatından kesinlikle emin olduğu nadir şeylerden biriydi bu. Onu olduğu gibi sevmişti zaten, değişmesini istemezdi, Varg kendini ne kadar zor biri olarak görüyor olursa olsun, genç kadın onun yanındayken her şeye rağmen huzur bulabiliyordu ve önemli olan da buydu.


    Spoiler:
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Varg Kjørsvik
Sobrius | Tiro
Sobrius | Tiro
Varg Kjørsvik


Nerden : Norveç

Lights, squares, a detail fakes the whole. Empty
MesajKonu: Geri: Lights, squares, a detail fakes the whole.   Lights, squares, a detail fakes the whole. Icon_minitimePtsi Eyl. 12, 2011 7:03 pm

    “ Ben, sen de bunu istersen elbette, seni olduğun gibi kabul etmeye hazırım. Gerekirse, beklemeye de. “

    Kızın gözlerine bakmasına gerek yoktu, cümlelerinden ve vücudundan buram buram yayılan hissi algılayabiliyordu. Korkuydu bu. Salt korku. Genelde kimse yokken insanın düşüncelerinin içinden çıkıp gelen bir şeydi bu. Genç kadın, adamın ona hissettirebileceklerinden mi korkuyordu? Bu korkunun, kaçınmanın sebebi bu muydu? Çok hayal kırıklığı yaşadığını tahmin etti, öyleydi, hayatının bildiği kadarı. Belki de kimse değmeye çalışmamıştı ruhuna. İnsanlar birbirlerine çarparlardı, omuz atarlardı, sürüklerlerdi. Yani sadece birbirlerine değmek, belki omuz sıvazlamak dışında her şeyi yaparlardı. Acı verici. Kendisiyse kitaplardan arkadaş edinecek kadar şanslıydı ve o kadar yalnız. Sırtını kıpırdattı yattığı yerde. Toprağın üstünde sürekli aynı şekilde yatmak rahatsız ediyordu vücudu bir süre sonra. Hafifçe yana çevirdi yüzünü, gökyüzüne. Yanındaki kadın hala bakışlarını yere dikmeye devam ediyordu. Etrafta salınan nahoş meyve kokusu bastırılsa da havadaki kirli gazlardan, yine de algılayabiliyordu. Ay ışığı azimli bir şekilde etraftaki varlıkların- binaların, arabaların, konteynerlerin, ağaçların- üzerinden akıp geçiyor, onları sahip olmadıkları bir çekiciliğe ve ışıltıya boyuyordu. Ay ışığı her şeyi çekilebilir ve büyüleyici kılıyordu.

    ‘ Biraz konuşalım mı, ne dersin? ‘ ‘ Memnuniyetle. ‘ ‘ Birbirimizi rahatlatacağız, göreceksin. ‘ ‘ Burada pek rahat edemezsin ama. ‘ ‘ Hiç de değil. Ufak tefek güçlükleri alt edebilirim. ‘ ‘Gerekli olan her şeyi bulabilirsin. ‘ ‘ Benim için endişe etme, gerçekte rahatsız olan sensin. ‘ ‘ Gerçekte böyle bir fırsat elde edemediğime çok üzgün, ve şu an bunu elde ettiğime çok memnun olmama rağmen seni anlayamıyorum. ‘ ‘ İsmen mi? ‘ ‘ Bu pek fark etmez. ‘ ‘ Tabii etmez. Birkaç tane adım var benim. ‘ ‘ Örneğin? ‘ ‘ Oh – “Ama öte yandan” ya da “ Tu as Raison Aussi” gibi. Her zaman kim olduğumu bilirim, önemli olan da budur. ‘ ‘ Doğrusu gıpta edilecek bir şey.’ ‘ Ben de sık sık böyle düşünürüm. ‘ ‘ Bir içki al. ‘ ‘ Yok teşekkür ederim. ‘ ‘ Al hadi. ‘ ‘ Şu sıralar öylesine pahalı ki içki. ‘ ‘ Oh, pekala öyleyse. ‘ ‘ Senden hoşlandım. Davranışlarını beğeniyorum. ‘ ‘ İkimize birer bardak ısmarlayayım o zaman. ‘ ‘ Oldu. ‘ ‘ Demek benden hoşlanıyorsun, Varg? ‘ ‘ Oh, evet. ‘ ‘ Doğrusu gururlandırıyor bu beni. ‘ ‘ Yok gerçekten hoşlanıyorum ve sana değer veriyorum. ‘ İnsanları çabucak sever, çabucak nefret eder misin onlardan? ‘ ‘ Makul olmaya çalışırım. Ama nefret ve iğrenti halime engel olamıyorum. ‘ ‘ Biliyorum bunu. ‘ ‘ Yanlış mı bu? ‘ ‘ Anlamak mı? ’ ‘ Benden güvenmemi mi istiyorsun? ‘ ‘ Ben bir şey istemem, sadece öneririm… ‘ ‘ Duygu? ‘ ‘ Yeterince duygu değilsin. ’ ‘ İçgüdü? ‘ ‘ İçgüdülerin var. ‘ ‘ Tartışmanın ne olduğunu biliyorum. Neyin peşinde olduğunu çok iyi biliyorum. ‘ ‘ Nedir? ’ ‘ İnsanoğlunun gücü çözümlenemez şeylere karşı koyamayacak kadar azdır. Yaradılışımız, kafamız zayıftır ve ancak yüreğimize güvenebiliriz. ‘ ‘ Ne kadar acele ediyorsun, böyle bir şey söylemedim. ‘ ‘ Ama böyle bir şey demek istemiş olmalısın. Mantık kendi kendini fethetmelidir. Yoksa ne diye mantık verilmiştir bize? Mantıksızlığın lanetini görebilmek için mi? Çok zayıf bir tartışma oluyor bu. ‘ ‘ Bana karşı bir tez ortaya atmaya çalışıyorsun. Vardığın sonuçlar için seni kutlamak gerekir ama konunun dışında bütün bunlar. Oldukça güç dönemler geçirdin. ‘ ‘ Hala da bu güç dönem içindeyim. ‘ ‘ Öyle sayılır. ‘ ‘ Bu güç dönem daha da sürecek. ‘ ‘ Tabii. Buna hazırlıklı olmalısın. ‘ ‘ Hazırlıklıyım, hazırlıklıyım. Bunu kendime ben yaptım. ‘ ‘ Çok az şey beklemen akla uygun. ‘ ‘ Ama kabul etmelisin ki, aynı zamanda da acı. ‘ ‘ Sadece ne kadar isteyeceğini bilebilmek sorunudur bu. ‘ ‘ Ne kadar? ‘ ‘ Mutluluktan söz ediyorum. ‘ ‘ Ben insanca yaşamamak, insanlığı aşmak için isteme sınırından bahsediyorum. Kendini bulabilmek. Diğerlerinden daha kötü durumda değilim. ‘ ‘ Diğerleri dediğin kimler? ‘ ‘ İnsanca yaşayıp, varlıklarıyla dünyayı kirleten diğer türdeşler. ‘ ‘ Ah, geçmiş, gelecek ve şimdi de diyorsun? ‘ ‘ Dinle beni, Tu as Raison Aussi. İçinde bulunduğumuz zamanı fazlasıyla kötüye kullanıyoruz, değil mi? ‘ ‘ Bundan pek hoşlanmıyorsun. ‘ ‘ Hoşlanmak mı? Ne berbat bir sözcük! ‘ ‘ Yabancılaşmak diyelim o zaman. ‘ ‘ Bu da kötü bir sözcük. ‘ ‘ Ama çok kullanılan bir sözcük. ‘ ‘ Yabancılaşma üzerinde çok konuşmalar yapılıyor. Budalaların yakarışıdır bu. ‘ ‘ Öyle mi dersin? ‘ ‘ İnsanlardan kopup, hiçbir güçle atamazsın bunu içinden demek istiyorsun, öyle mi? ‘ ‘ Nasıl atabilirsin? Okullarda bu öğretiliyor insanlara. Filmlerini gösteriyorlar, radyolarda dinletiyorlar, dergilerde okutuyorlar. Yabancılaşmamış olduğunu dünyaya ilan etsen ne olacak? Hollywood düşlerini reddettiğini, duygusal dizi filmlerden nefret ettiğini söyleyeceksin, bu yadsıma kendini ortaya koyacaktır. ‘ ‘ Bütün bunları unutmak istediğinde karar kılabilirsin öyleyse? ‘ ‘ Dünya peşini bırakmaz. Sana bir silah ya da alet sunar, şu veya bundan ayırır, felaketlerin ya da zaferlerin çanlar çalar, ileri geri sallar seni. Haklarını elinden alır, geleceğini yok eder, beceriksizce ya da ustaca, üzerine baskı yaparak. Acımasızdır, öldürücüdür, karanlıktır, o*ospucadır, kalleştir; ya çok katıksız ya da oldukça gülünçtür. Ne yaparsan yap, bütün bunları yok farz edemezsin. ‘ ‘ Repliklerimizi karıştırmadık mı? ‘ O halde ne olacak? ‘ ‘ Başarısızlık içimizde olabilir, içimde daha doğrusu. Bir görüş zayıflığı belki. ‘ ‘ Kendinden çok fazla şey beklemiyor musun? ‘ ‘ Son derece ciddiyim. ‘ ‘ Ruhunu bulabilecek kadar üstün olduğun kanaatine nereden vardın? ‘ ‘ Bardağımı nereye bırakayım? ‘ ‘ Oh özür dilerim. Elinde mi tutuyordun? Şu masaya bırak. Evet dediğim gibi vazgeçmek ya da yadsımak çok kolay. Belki dar görüşlülük, belki çok korkakça. ‘ ‘ Eğer görebilseydin, neyi göreceğini sanıyordun? ‘ ‘ Bundan pek emin değilim. Belki de insanların kıt zekalı çocuklar ya da melekler olduğunu görürdüm. ‘ ‘ Şimdi sadece kendini eğlendiriyorsun. ‘ ‘ Pekala. Bir zamanlar büyüklüğümüzü borçlu olduğumuz güçlerimizin nereye gittiğini görürdüm. ‘ ‘ Çok acı olurdu bu. ‘ ‘ Olmazdı demiyorum zaten.’ ‘ Otun var mı? ‘ Hayır. ‘ ‘ Ya da kağıdın? Sigara kağıdım olsaydı şuradan bir tane sigara sarabilirdim. ‘ ‘ Maalesef. Eli boş geldiğim için üzgünüm. Eğer yabancılaşmamışsan ne diye bunca insanla didişiyorsun? İnsanlardan nefret ettiğini biliyorum. Acaba senin kendi dünyalarına ait olmadığını anlamada zorlandıkları için mi? ‘ ‘ Aynen öyle, ama duygularımızdan doktrinler çıkartmalıyız. ‘ ‘ Bu toplumsal bir inanç mı, yoksa bireysel mi? ‘ ‘ Seni anlayamıyorum. ‘ ‘ Peki ya politika? ‘ ‘Benimle politika üzerinde tartışmak mı istiyorsun? Benimle? Şimdi? ‘ ‘ Yabancılaşmaya katılmadığına göre, belki varlığını değiştirme düşüncesi ilginç gelebilir sana. ‘ ‘ Ha, ha! Senin fikrin var mı? ‘ ‘ Gerçekte benim yerim değil bu, biliyorsun… ‘ ‘ Biliyorum, ama başlatan sendin. ‘ ‘ Benim durumumu anlamıyorsun. ‘ ‘ Ah, anlıyorum. ‘ ‘ O halde varlığını değiştirme konusunda… ‘ ‘ Nedir o? ‘ ‘ Şeffaflaşmak. ‘ Senin şu manyakça düşüncelerin. ‘ Teessüf ederim. ‘ ‘ Sence de replikler karışmadı mı? ‘ ‘ Farklı insanlar olduğumuzu nasıl düşünebildin? ‘ Beynindeki buharın arasındaki çarklı makinenin olduğu yerden zorla olsa da kendisin koparabilmeyi başardı. Gözleri etrafta dolaştı. Yanındaki genç kadının sarı saçları girince görüş alanının içine, onu yeniden fark etti. Beklentiyle kaldırmıştı bakışlarını yerden.

    "Yalnız kalmış bir insanın bu durumu çaktırmamaya çalışması kadar hüzün verici bir şey olamaz."

    Aldığı derin nefesle göğüs kafesi genişledi hafifçe.

    " Bazen gelecek uzun sürüyor. "
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
 
Lights, squares, a detail fakes the whole.
Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 1 sayfası

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
Chosen Master RPG :: Arizona Devlet Lisesi :: 
BAHÇE
 :: Park
-
Buraya geçin: