Chosen Master RPG
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.


Chosen Master RPG
 
AnasayfaAnasayfa  AramaArama  Latest imagesLatest images  Kayıt OlKayıt Ol  Giriş yapGiriş yap  
Kurgu
    Profesör Austin'in deneyi yalnızca özel yetenekli gençlerin ortaya çıkmasına sebep olmamıştı. Okul pencerelerinden, kapılarından sızan buharın; toprakla, havayla, suyla ve çeşitli elementlerle etkileşimi sonucu bir takım varlıklar daha oluştu. Bunlar tekin yaratıklar değildiler ve gelecekte özel yetenekli Master'lara büyük sorunlar çıkaracaklardı.
Yönetim Kadrosu
*~Parktaki Yabancıydı O, Fakat Bir O Kadar Yakın...~* Ynetici2*~Parktaki Yabancıydı O, Fakat Bir O Kadar Yakın...~* Ynetici3*~Parktaki Yabancıydı O, Fakat Bir O Kadar Yakın...~* Ynetici4
Duyurular
#Sitemiz açılmıştır.

#Sitemizdeki avatar boyutu, 150|3xx'dir.

#Sınıf başkanı seçimlerine adaylık için lütfen Tık.


 

 *~Parktaki Yabancıydı O, Fakat Bir O Kadar Yakın...~*

Aşağa gitmek 
YazarMesaj
Acenath E. O'morose
Naturalis | Tiro
Naturalis | Tiro
Acenath E. O'morose


Nerden : Kökeni Mısır'a dayanıyor ama Londra'da doğmuş, büyümüş. ^^
Lakap : Ace veya E. (Aslında ismimi söyleyebilirsin yani bakma bana öyle.)

*~Parktaki Yabancıydı O, Fakat Bir O Kadar Yakın...~* Empty
MesajKonu: *~Parktaki Yabancıydı O, Fakat Bir O Kadar Yakın...~*   *~Parktaki Yabancıydı O, Fakat Bir O Kadar Yakın...~* Icon_minitimeC.tesi Eyl. 17, 2011 5:34 pm

9.Central Park'ta herhangi biri tarafından saldırya uğrayın. { saldırganın özel yeteneği hayal gücünüze kalmış. }
Yer; Central Park.
Kişiler; Sen, istersen bir ya da birkaç arkadaşın.

Parktaki Yabancıydı O, Fakat Bir O Kadar Yakın...

Yorgun argın geçen bir günün sonu… Daha gün batmamış, yalancı parlayan ışınlar ortaya çıkmamıştı gerçek güneşin karşısında durup yalancı olduklarını belli etmemek için. Bir yandan batıyor ama batmadan önce son demlerini gösteriyordu insanlara Güneş. “Bir gece daha geçecek ve sonra yine ben doğacağım.” dercesine bir tavırdı bu aslında insanlara. Tabi ki insanlar yalancı güneşlere de güveniyorlardı akşamları karanlıktan korunmak adına. Ama ya bir gün o güneş batarsa ne olur, kimse düşünmüyordu. Düşünmeyecekti de. Sadece kaybolunca anlaşılacaktı o, bütün değerler.

Bir gün daha dolu geçmiş, bugünden de ders çıkarabildiği için seviniyordu Acenath. Belki bir gün her türlü geçebilirdi. Ama bir şey öğrenmeden asla… Yaşadıklardan ders çıkarmadan hayat geçebilir miydi? Aslında bugün o kadar dolu bir gün geçirmişti ki bugün kafasından bu kadar fikir geçiyordu. Sanki taşıyamayacağı kadar yükü onun üstüne vermişlerdi. Taşıması da beklenemezdi. Hemen yatakhaneye gitmek istiyordu eşyalarını bırakmak için. Yatakhaneye vardığında ders için olan eşyalarını dolabına kaldırmış ve sanki günün biten işlerini üstünden atmıştı. Hemen kendini dışarı atmak istiyordu. Sanki boğulacak gibi oluyordu bugün. Nedenini anlayamamak en kötüsüydü. Sanki yersiz bir kötülük, garip bir his vardı içinde. Dışarı attığı anda rahatlamıştı. Derinden bir nefes alıp içindekileri doğaya serbest bırakmaya çalışıyordu. Gezmek, yeni yerleri keşfetmek için fırsattı ona da. Bugün canı nerde isterse oradaydı onun için. Ama sınırlarını bildiğinden çok da dışarı kaçmadan gezmek istiyordu gönlünün keyfince.

1-2 saat sonra…

Canının istediğinden de değişik yerlere sürüklemişti ayakları bugün onu. Rüyalar şehri Amerika’da biraz da özgürlüğünü kazanabilmek adına buradaydı. Londra’da içi kapanık halinden, özgür kız haline geçebilmek içindi bütün çabaları o anda. Hep dillere pelesenk olmuş bir park olan Central Park’a gelmişti. Televizyonların ötesinden görünmeyen bu yer şimdi ayaklarının altındaydı ve yürüyordu. Daha da iyiydi o anda. Bir kuş gibi ilk defa kendisinin özgür olduğunu hissediyordu. Central Park bir o kadar güzel yerlerden de olsa bir yandan da tehlikelerin göbeğindeydi. Tek başına, biraz geç bir saatte insanların başına neler gelebileceği hiç belli olmazdı. Ama biraz kuralları yıkmanın ve karışabilecek kimsenin olmasının tadını almış insan bunları dert etmeyebilirdi. Sanki şu anda kocaman bir parka hükmediyor gibiydi. Yürüyor ve her çeşitten insan manzaralarını görüyordu. Onun gibi tek başına gezenler, sevgilisi ile parkta el ele yürüyenler, akşam yürüyüşüne çıkanlar, arkadaş grubu ile gezenler ve daha sayamadıkları… İşte o da onlardan biriydi o da. Zaten her insan aynı duygulardan tatmaz mıydı? Bu kadar kafa dağınıklığı ile bunları düşünebilmesi bile iyi olduğunun bir göstergesiydi ama ruhunun sıkıldığını hissetmesi hoş değildi ve artık düşünmemeliydi. Parkta biraz tur attıktan sonra bir banka oturdu ve yorgunluğunu atmaya çalıştı. Düşünmesini engelleyebilecek bir yöntem olan müzik çalarının kulaklıklarını kulağına taktı ve hafif hareketli şarkılar dinlemeye başladı. Şarkının melodisi bir yanda ilerlerken sözleri ise mırıldanıyordu Acenath. Müzik fazla bağırdığından biraz sesini kısmıştı. Tam çantasından suyunu almak için yöneldiğinde arkasında bir karaltı olduğunu hissetti. Kafasını çevirdiğinde hiçbir şey olmadığını gördü. Herhalde yanlış görmüştü, ya da biri arkasından geçip gitmişti. Suyundan birkaç yudum aldıktan sonra saate baktı ve artık gitmesi gerektiğini fark etti. Daha vakti vardı ama çok da geç kalmak istemiyordu. Okulda bazıları için hayat daha bu saatlerde başlasa da bugün onun için erken bitmeli ve kendini yatağına atıp, dinlenmeliydi. Çantasını sırtına atıp tam ayağa kalkacakken ayaklarının kilitlendiğini hissetti. Ayağa kalkamıyordu. Bir anda arkasından gelen garip fısıltılar onu daha da çok korkutuyordu. Kafasını önüne eğdiğinde ayaklarında biten karaltı bu sefer gitmediğinin işaretini veriyordu. Yavaşça kaldırdı kafasını, karşılaşacağı manzaradan oldukça korkuyordu. Yüzünü kapşonu ile gizleyen orta boylu ve siyahlar içinde giyinmiş biriydi karaltının sahibi. “Sende kimsin? Benden ne istiyorsun?” diyerek birazda olsa cesaretini ortaya koyuyordu Acenath. Duyduğu oldukça boğuk bir sesti. “Ben sadece senin gördüğünden ibaret biriyim. Sakın sesini çıkarma ve korkma.” Sanki korkmaması çok kolaymış gibi davranıyordu adam ama ona korkmaması için emir veriyordu. Birden kollarından tuttu adam onu. Sarsarak ayağa kaldırmaya çalıştı. “Hey, ne yapıyorsun sen?” Diyerek kollarını çekmeye çalıştı Acenath ama çekemiyordu. Kollarını o kadar sıkı tutuyordu ki hareket ettirmek bile mümkün değildi. Yavaş yavaş kaslarının yanmaya başladığını hissetti. Kollarındaki acı giderek artıyordu ve karıncalanmalar baş gösteriyordu. Kollarındaki yanma hissi ile beraber gücünün tükendiğini hissediyordu. Yavaşça bir mumun tükendiğini hisseder gibi. Ayakta dahi zor duruyordu. “Ye… Yeter artık. Benden ne istiyorsun?” cümlesi zar zor çıkmıştı ağzından. Uykusu gelir gibi gözleri kapanıyordu. Son duyduklarından hiçbir şey anlamadan kapatıyordu gözlerini. “Merak etme, senden bir şey değil, sana bir şey getirmek için buradayım.” Gözleri kapandığında büyük, bembeyaz bir boşlukta olduğunu gördü. Etrafta hiç kimse, hiçbir şey yoktu. Birden ona birinin yaklaştığını hissetti. Simsiyah kıyafetler içinde gelen birini görüyordu. Tanıyamamıştı önceden, yaklaştıkça büyükannesi olduğunu gördü. Sevinçten çığlık atmak istiyordu ama sesi çıkmıyordu. Büyükannesinin yüzüne baktığında suratının asık olduğunu ve arkasını ona doğru dönmeye başladığını gördü. Hâlbuki büyükannesi onu çok severdi ve asla sırtını dönmezdi. Neden böyle yaptığını bilemiyordu. Sadece “Büyükanne!” diyebilmişti.

Gözlerini açmaya çalışırken hafiften dünyanın başında döndüğünü hissediyordu. Gözlerini bayılırken o kadar çok sıkmıştı ki sanki o anda göz kapaklarında tonlarca ağırlık vardı. ”Bana ne oldu, neredeyim ben?” diyebildi. Hava iyice kararmıştı ve birkaç kişi ona ne olduğunu anlamak için geriden bakıyorlardı. Yardım etseler ölmeyeceklerdi ama korkuyorlardı elbette ki. Yerinde doğrulmaya çalıştı. Bayılırken bankta değildi ama şimdi bankta doğrulmaya çalışıyordu. Etrafındaki o kişi ve garip sesler artık yoktu. Sadece hala kaslarındaki yanmayı hissediyor ve bitkin bir şekilde olduğunu anlıyordu. Elinde sıkıca tuttuğu bir şey vardı. Ama daha önceden olmadığına yemin edebilirdi. Avucunu açtı ve elindekinin çeşitli dal ve yaprak motifleri ile süslü, yeşil ve kahverengi saplı bir çakı olduğunu gördü. Böylesine bir aleti ilk defa görüyordu. Peki, ona bunu kim getirmişti? Çantasının yanında olup olmadığını öğrenmek için kafasını çevirdiğinde çantasının yanında ayrıca başka bir çanta olduğunu gördü. Çapraz askılı, büyük bu çantada da çakıdaki gibi işlemeler vardı. Çantayı açtığında içindekinin ok ve yay takımı olduğunu gördü. Gözlerine inanamıyordu bunlar gerçek olabilir miydi onun için? Bunlar bir başkasının mıydı yoksa? Etrafına baktığında kalabalık yok olmuştu ve kimseyi göremiyordu. Birden irkildi, çantasını da kapıp kaçmayı düşündü ama sonradan vazgeçti. Ona ne olmuştu ve bu eşyalarda neyin nesiydi? Ok ve yay takımını bir daha eline aldı. Bir daha incelediğinde adının ve soyadının çantada işlenmiş olduğunu fark etti. Elindeki çakıda ise isminin ve soy isminin baş harflerinin işlenmiş olduğunu gördü. Artık bunların onun olduğuna inanabilirdi. Hediyelerin neden ona verildiğini bir anlayabilseydi belki daha iyi olacaktı. Acenath o anda hediyelerin büyükannesinden geldiğine inanmak istiyordu. Peki, o adam kimdi? Parktaki bir yabancıyken, ona bu kadar yakın biri halini almıştı ve neden bir anda hayatındaki önemli anlardan birinin kahramanlarından olmuştu? Neden canını yakmış ve hediyeleri direk vermemişti? Hiçbir cevabı yoktu. Hem korkuyor, hem de sevinçten içi içine sığmıyordu. Duygu karmaşasına girmişti ruhu. Belki de başka bir mucize ile karşılaşması için buradaydı ve o mucizeyi içten yaşıyordu.

Saat oldukça geçmişti. Eğer burada biraz daha kalırsa başına başka bir dert açılabilirdi. Çantasını omzuna, çakısın cebine ve ok ve yay takımını eline aldı. Banktan kalktı ve duygu karmaşası ile beraber hızlıca yürümeye başladı.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
 
*~Parktaki Yabancıydı O, Fakat Bir O Kadar Yakın...~*
Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 1 sayfası

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
Chosen Master RPG :: Amerika Birleşik Devletleri :: 
CENTRAL PARK
-
Buraya geçin: