Okuluna yeterince alışmıştı. Ancak hatıralarından bir türlü kopamıyordu. Kopmak isteyip, geçmişi silip, yeni bir sayfa açmak istese de hatırları onu serbest bırakmıyordu. Güçlü bir kızdı. Herşeyi isterse oldukça yapardı. Ancak tek yapamadığı şey anılarından kurtulmaktı. Okulun ilk tatil gününde ilk işi evine, Hollywood'a gelmek oldu. Burası ona herhangi bir barınak takdim etmemişdi. Evi, yuvası diye tanımlaması çok saçma olurdu ancak herkesin doğduğu yer yuvası değil midir? Aslından burdan nefret ediyordu. Burası annesi ve babasını elinden almıştı. Ailesiyle ilgili hatırladığı tek şey, babasıyla şehir dışında olan bir gölde balık tuttuğuydu. Annesiyle ise beraber yaptıkları üzümlü kek. Annesiyle olan anısı elbette anımsayamayacaktı. Çünkü o anıyı kendi evlerinde yaşamışlardı ve o ev yerini gökdelenlere bırakmıştı. Gökdelende çalışan insanların hepsi takım elbiseliydi. Yarısı fazla süslü ve normalden abartılı bir şekilde makyaj yaparak geziniyordu. Bu gökdelen filmlerin çekildiği yermiş. Yani öyle duymuştum. İlk açıldığı gün sokaklardaki cümbüşü görmeliydiniz. O kalabalıkta Care az cüzdan yürütmemişti. Genelde çaldığı cüzdanların içinden çok az para çıkardı ancak o gün topladıklarının hepsi neredeyse bir ev almaya yetecek kadardı. Hepsini yemek yiyerek bitirmişti. Çünkü o zamanlarda midesine uzunca günler boyunca sıcak yemek girmiyordu.
Gökdelenin önünden geçerken kafasını kaldırdı. En tepeyi görmeye çalıştı ancak o kadar yüksekti ki güneş ışıkları tepeyi görmesine engel oluyordu. Buranın en üst katından bulutlara dokunulabileceğini hep düşündüm. Belki de öyledir. Bilinmez.
Gökdelen arkasında kaybolurken bir taksiye atladı ve babasıyla beraber gittikleri göle gitti. Gölde balık tutan kimse yoktu. Hatta hava o kadar soğuktu ki, tek tük insan vardı. Onlarda sevgililer. Banklara oturmuş hepsi yiyişiyorlar. Onlardan iğreniyordu. Gördükce midesi bulanıyor, onları öldürmemek için kendini zor tutuyordu. Başını bir de katillikle yormak istemiyordu. Gölü koruyan demir parmaklıklara tutundu. Bu parmaklıklar göbek deliği hizasına bile gelmiyordu. O kadar sıkı tuttu ki avucunun içi ağrımaya başlayınca birden kaldırdı ve mantosunun ceplerine tıkıştırdı. Bor bir banka oturdu. Bacak bacak üzerine attı ve gölü seyredaldı. Babasıyla olan anısını film izler gibi gözüyle canlandırdı. Anısında hala çocuk. Babası hep olduğu gibi yakışıklı. İkisinin mavi gözleri birbirine kenetlenmiş, gülüşüyorlar. Sonra babası kocaman bir balık tutuyor ve oltanın ucunda balığın son çırpınışlarını izliyorlar. Balığı kovaya koyup, eve gitmek için hazırlanıyorlar. Birden dikkati dağıldı ve önünden geçen bisikletli bir yakışıklıya gözü kaydı. Onu istese kuytu bir yere götürüp, saniyesinde kendine mahkum edebilirdi ancak buna gerek yoktu. Şimdi hüzün vaktiydi.