Euterpe Châtillon Fortunatus | Tiro
Nerden : İngiltere. Lakap : Eu ya da çok bilmiş. Siz ikisini de demeyin. Euro'da Carmy'e aittir, öyle diyeni döveriz. ^^
| Konu: Yuvaya Varış Ptsi Eyl. 12, 2011 6:01 pm | |
| Annesinin sesi kulaklarında yankılanıyordu sanki. ‘‘Bak küçücük bir sorun olsa bile bizi aramalısın!’’ Tabi, her zaman ki gibi sakin olan babası da vardı. ‘‘Anneni takma tatlım, sen akıllı bir kızsın. Hiçbir sorun olmayacağına eminim. Seni özleyeceğim küçük perim.’’ Orta yaşlı olan adam, çok benzediği kızının saçını öpüp kokusunu içine çekmişti. Özleyecekti, ilk defa ayrı kalmanın acısını yaşıyordu. Gözleri her ne kadar dolsa da kendine engel olmalıydı. Kızını üzgün bir şekilde yollamak istemiyordu. Tabi bir de kuzeni sandığı ikizi vardı. Peki ya o? Onu da okula göndermişler miydi? Kızını kendisinden uzaklaştırıp minik yüzünü avuçları arasına aldı. ‘‘Sana her şeyden çok güveniyorum Euterpe. Bunu başaracaksın güzel kızım.’’ Adam tekrar kızına sarılırken dayanamayan Bayan Châtillon olmuştu. Mavi gözleri yaşlarla dolup taşarken, yanağından süzülen yaşı da ancak fark etmişti. Kızına belli etmemeye çalışmıştı ancak pek de mümkün olmamıştı. Kızının kahverengi buklelerini okşarken hala duygusallığı üstündeydi.
Sakince kapıyı açtı ve etrafına bakındı. Burun deliklerinin bir boğa gibi büyümesine engel olamadan kızarmaya başlamıştı. Saçlarında bulunan büyük bukleler ise gözlerindeki öfkeyle hareket ediyordu. Bir o yana bir bu yana sallanırken fazla güzel gözüküyordu aslına bakarsanız. Çikolata rengi gözlerinin, kırmızıya bürünmesi dışında. Bunun neden olduğuna bir türlü anlam veremezdi. Görüleri geldiği sırada gözlerinin beyazı kan toplardı ancak bu bambaşka bir şeydi. Elinde taşıdığı küçük çantayı yataklardan birinin üstüne attı ve tekerlekli bavulu zorlanarak da olsa yavaş yavaş çekmeye başladı. Ne doldurmuştu ki bunun içine? Sanki için bir kaplan vardı. Kaplan demişken Luna neredeydi ki? Etrafına baktı ancak güzel ruhundan eser yoktu. Belki eşyalarını yerleştirdikten sonra dışarıya çıkıp onu çağırabilirdi. Belli mi olurdu? Belki de parkın tadını çıkarıyordu. Onun mutlu olduğunu düşününce ince dudakları yukarıya doğru kıvrıldı. Nasılsa bir ruhunun parçasıydı, o mutluysa Luna da mutlu olurdu. Yataklardan birine bıraktığı çantayı alıp başka bir yere geçti. Cam kenarı olmasını tercih ediyordu. Temiz hava, Londra’nın yağmurlu toprak kokusu… İşte bunları özleyecekti. Hatta belki annesinin çenesini bile. Tamam, gerçekten mükemmel bir kadındı. Ancak çenesi onun için bir kusur olabiliyordu. Bu konuda babasına çektiğini düşünüyordu. Çünkü hiçbir zaman çok konuşan biri değildi. Tersine her zaman kısa ve öz konuşmayı severdi. Zaten bu yüzden pek arkadaşı yoktu. ‘Popüler’ ve ‘havalı’ tanımlaması bu yüzdendi. Ne yani, insanlar düşüncelerini dobra dobra söylediği için popüler miydi? Saçmalıktan başka bir şey değildi. Yumuşak yatağına otururken çantasını açtı ve şans bileziğini buldu. Çok sevdiği teyzesinin ona verdiği bu hediyeyi hep yanında saklardı. Ama artık takma zamanıydı. Kuzeninde de bir değişiği vardı. Her ne kadar ona uzak olsa da severdi. Hatta bazen çok benzediklerini düşünürdü. Nasılsa kuzen değil mi? Tam o sırada kapının açıldığını gördü. Yavaşça ayağa kalkıp kapıyı görebileceği hizaya geldi. Ancak kimse yoktu. İçinde bir ürperti oldu yinede takmamaya çalıştı. Cama doğru ilerleyip pencereyi açtı ve bahçedeki öğrencileri gördü. Tabi ki yanında parlayan hayvanları görmemek imkansızdı. Demek burada herkeste onun gibiydi. Belki bir dostu olurdu. İşte bu gerçekten bunun harika olacağını tahmin ediyordu, sadece dışarıda gezmesi yeterdi. Nasılsa onun gibi yeni gelen öğrenciler birbirilerini bulurdu. Üzerine giydiği montu, yatağının yanındaki dolaba asarken diğer eşyalarını yerleştirmeyi düşündü. Hiçbir işini ertelemek istemezdi. Üstelik Luna’yı görmek içinde can atıyordu. İşini ne kadar çabuk bitirirse, kendini bir o kadar rahat hissedecekti. Derin bir nefes alarak işine koyuldu.
| |
|