Chosen Master RPG
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.


Chosen Master RPG
 
AnasayfaAnasayfa  AramaArama  Latest imagesLatest images  Kayıt OlKayıt Ol  Giriş yapGiriş yap  
Kurgu
    Profesör Austin'in deneyi yalnızca özel yetenekli gençlerin ortaya çıkmasına sebep olmamıştı. Okul pencerelerinden, kapılarından sızan buharın; toprakla, havayla, suyla ve çeşitli elementlerle etkileşimi sonucu bir takım varlıklar daha oluştu. Bunlar tekin yaratıklar değildiler ve gelecekte özel yetenekli Master'lara büyük sorunlar çıkaracaklardı.
Yönetim Kadrosu
Bir Başlangıç. Ynetici2Bir Başlangıç. Ynetici3Bir Başlangıç. Ynetici4
Duyurular
#Sitemiz açılmıştır.

#Sitemizdeki avatar boyutu, 150|3xx'dir.

#Sınıf başkanı seçimlerine adaylık için lütfen Tık.


 

 Bir Başlangıç.

Aşağa gitmek 
2 posters
YazarMesaj
Aerys Orchalon
Ingenious | Tiro
 Ingenious | Tiro
Aerys Orchalon



Bir Başlangıç. Empty
MesajKonu: Bir Başlangıç.   Bir Başlangıç. Icon_minitimePaz Eyl. 11, 2011 2:13 pm

5.Bahçe parkında yeni bir dostla tanış.
Yer; Okul Bahçesi'nin herhangi bir yeri. { Göl park vs. }
Kişiler; Sen ve tanışacağın arkadaşın.
Katılımcılar: Aerys Orchalon, Alicja Milosz


  • Gökyüzü rastgele atılmış birkaç fırça darbesiyle boyanmışçasına dans eden turuncu, sarı ve artık çok az bir bölümde hükmü geçen mavinin dansını yansıtıyordu gözlerine. Batmakta olan güneşin dağların ardında kayboluşu ise kim bilir kaç şairi harekete geçirebilirdi güzelliğiyle. Yüzüne yayılmış hafif bir gülümsemeyle onu izlemekse, yıllar boyunca hiç durmadan devam eden fırtınalarla boğuşmuş gibi yaşayan Aerys için pek fazla zaman ayıramadığı bir şeydi şu ana kadar. Ailesinin yanından kaçışından bu okula geldiği güne kadar hep meşguldü çünkü. Hayat ona hem ne kadar sinir bozucu olabileceğini öğretmiş, hem de onun birçok yeteneğini geliştirmesine yardım etmişti bu süre boyunca. Ne var ki birçok çocuğun o yıllarda yaşaması gereken eğlenceyi yaşatmayı unutmuştu. İşte bu yüzden Aerys'in içinde de hep birçok güzel görüntüden zevk alabilmeyi başaracak bir çocuk yaşamaya devam ediyordu. Ve o çocuğun şu an yapmak istediği şey, renklerin dansını hepsi teker teker sahneden çekilip yerlerini siyaha bırakana kadar izlemekti.

    Birkaç saat boyunca etrafında ona bakan gözlere aldırmadan eğitim yapmış, ardından güneşin söz verdiği gibi batarken onu çağırmasıyla gelmişti gölün kenarına. Aslına bakılırsa kimse kimseyi çağğırmış sayılmazdı. Bir gözü sürekli gökyüzündeki o parlak topta olduğu için tam zamanında göl kenarına gelip oturmuştu bu kayaya. Tabii bu görüntüde fazla olan tek şeyin, fazla gelişmiş bir mızrağı andıran bisentosunun orada olma sebebi de buydu. Antrenmanın ardından onu bırakma ihtiyacı hissetmeden yanında getirmişti Aerys. Zaten okulda nereye giderse onu yanında taşıdığından artık insanlar biraz olsun alışmış olmalıydı değil mi? Her neyse, şu an bunu düşünmüyordu bile. Aslına bakılırsa insanların ne düşündüğünü hiçbir zaman umursamamış, hayatını sadece kendi hoşlandığı şekilde yaşamıştı. Onu olmadığı bir şeye benzetmeye çalışabilme ihtimali olan ne vardıysa uzak durmuştu şimdiye kadar. Küçük bir çocuk olduğu günlerden beri hayata aynı açıyla bakıyordu o yeşil gözler. Yine de şu an o alışık olunan asi bakışlarla bakmıyordu. Açıkçası, ister doğanın elinden çıksın ister bir insanınkinden, Aerys güzel görünen her şeye böyle bakabilirdi.

    Genlerinde oluşan değişimin kendisine verdiği yok edici yeteneğin aksine hayata yapıcı gözlerle bakabilmesi bile kendi doğasıyla zıt olduğu anlamına mı geliyordu acaba? İlk ortaya çıktığı anı hatırlıyordu da, gerçekten şaşırtıcı bir andı doğrusu. Kızgınlıkla, farkında bile olmadan attığı yumruğa destek veren yetenekleri yüzünden duvarı parçalayışı... Şu anki huzurlu gençle pek ilgisi yokmuş gibi görünüyordu oradaki Aerys'in. Ya da belki bu okul onu sakinleştirebilmiş, içindeki canavarı geçici olarak bile olsa çirkin yüzünü ortaya çıkartamayacağı bir yere itebilmesini sağlamıştı. Çünkü şimdi bile onun orada, yalnızca öfklenmesini beklediğini biliyordu Aerys. Gerçi zaten bu yüzden bu okula gelmesi gerektiğini söylediklerinde itiraz etmemişti ya. Pek inanmasa bile o canavarı insanlara yardım etmek ve daha da önemlisi maceralarında kendisine yardımcı olması için kullanabilecekti. Dünyanın birçok yerinde macera yaşamak isteyen birisi olarak ilk önce bunlarla başa çıkmayı öğrenmeliydi. Ancak artık son ışıklarıyla gökyüzündeki dansı aydınlatan güneş de birazdan spotları kapatacak gibiydi. Gözlerini kapatmış, sadece göldeki küçük dalgaların sesini dinleyerek devam edecekti Aerys. İstedği şey sadece biraz rahat bırakılmaktı şu an için.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Alicja Miłosz
Ingenious | Tiro
 Ingenious | Tiro
Alicja Miłosz


Lakap : ali, licj

Bir Başlangıç. Empty
MesajKonu: Geri: Bir Başlangıç.   Bir Başlangıç. Icon_minitimePaz Eyl. 11, 2011 3:31 pm

Özensiz el yazısını cömertçe sunduğu parlak deri kaplı defteri, gelen ayak sesleriyle kapadı. Önündeki kâğıtlardan birini defterin üzerine örttü, sanki değersiz bir parçaymış gibi. Alicja’nın yaşamından da önemli olan o satırları küçümseyemezdi. Varşova’nın ücra köşesindeki Miłosz Malikânesi’nden dışarı şöyle bir baktı. Pervazdan düşen yağmur tanesinin anlık sesiyle, babasının cılız sesi harmanlandı: “Hayat ne kadar basit, değil mi?” Dehşete düştü Alicja, o kadar adaletsizlikle yoğrulan hayat nasıl basit olurdu? Ani bir refleksle adeta tısladı: “Hayat basit değil.” Adamın ifadesi değişti, korkmuş gibiydi. Alicja’nın amaçları arasında bu yoktu; lakin düşüncelerine karşı çıkanları pekâlâ korkutabilirdi. Bu onun hayat kadar adaletsiz mekanizmasıydı, adaletsiz yaşama karşılık adaletsiz davranışlar. Ve iki tarafın da asla ödeşemeyeceği bir oyundu bu. Adam toparlandı, kızının bu haline şaşırmıştı. Dönüştüğü canavarı görmezden gelmesi her saniye daha da zorlaşıyordu. “Evrendeki açlık yüzünden hayatı yahut Tanrı’yı yargılayamazsın.” diyerek yönünü çevirmeyi denedi. Alicja inançlarını kaybedeli yıllar olmuştu, basit kilise cümlelerine aldanacak değildi. Yüzüne ondan tiksindiğine dair bir ifade yerleştirirken, fısıldadı: “Nesin sen?” Bu cümlenin yarattığı hissiyatlar pek de dengeli değildi. Aklına Alek geldi, ilk karşılaşmalarında son cümlesi bu olmuştu. Adamın sesi, düşüncelerini bir kılıç misali böldü, şükran duyulası ve ayıplanası bir vaziyetti bu. “Hı?” Asla bir inançsız kadar özgür olamayacak adama miskince baktı, onu küçümsediğini biliyordu. Doğru terimleri aradı, inanç sahibi adam aynı zamanda zekiydi, eline koz veremezdi. “Ah, bir episkopos. Katolikliğin bokunu çıkarmışsın.” Bu cümlelerin onu sinirlendireceğini biliyordu. Babasının suratına şöyle bir göz attı, gerçekten de ona benzemiyordu. “Bir daha böyle konuşma, sakın!” Sinirden titreyen sesine karşılık sadece omuz silkti Alicja. Bu umursamaz tutumu sadece babasını delirtmiyordu. Birden savunmaya geçti, sahi, neyin savaşını veriyordu? “Miłosz soyunu ben lekelemedim, bana bulaşırken yeterince kirliydi.” Adam soyuna gelen bu lafı sindirememişti. Dişlerini ve yumruklarını sıkarken, acı dolu bir sesti onunki: “Sen hastasın.” Alicja’ya bilmediği şeyler söylemeliydi. Bu hastalığın bulaşıcı olmayışı çok acıydı. Gözü adamın boynuna ilişti. Gümüş haç başta gülümsemesini, ardından da kahkaha atmasını sağladı. “Bunu takıyorsun.” diyerek işaret etti önce. Ardından başını iki yana salladı. “Moda yoksunu.” Adam tekrar dehşete düştü ve vücudunda bir haç çizdi, Alicja’ya göre kaşınmış olmalıydı. “Ne bok yedin az önce?” dedi gizlenmiş bir merakla. “Teslis.” Cevabı onu pek tahmin etmemiş gibiydi, takılmakta sakınca görmedi. “Testis?” Dudağını yaladı, babasının ifadeleri onu pek eğlendiriyordu. “Teslis: Bir cevherde üç kişilik.” diye düzeltti adam. Alicja’nın sol kaşı havalandı: Ne yani anlaması mı gerekiyordu? “Baba, oğul ve kutsal ruh.” Elini alnına götürdü genç kız, bu kötü olmuştu. “Polonya sandığımdan da acı bir halde.” Diyerek defterini aldı ve bavulunun içine tıkıştırdı, birkaç saat sonra bulunması gereken bir ucube okulu vardı.

Üstünü değiştirirken aklında yaşlanmış diyaloglar vardı. “Güçlü kızın çöküşü, ha?” Ne idüğü belirsiz yaşlarını temizlerken yakalanmıştı. Alek uyanmış, gerinmiş ve yanındaki kıza şöyle bir bakmıştı. Dün gece onunla yattığına inanamıyormuş gibi bir hali vardı. Alicja o kızlardan biri olmadığı için şükretti. Genç adamı çoğu kez çıplak görmüş biri olarak çekinmedi; fakat kız uyanınca tepkisini görmek istiyordu. Omuz silkip, kızı işaret etti. “O bir ucube.” dedi Alek birden. İronilerle dolu bir en yakın arkadaşı vardı. İlişkilerini üç kelimeyle tanımlamak daha kolaydı. Kız akmış rimelini temizlemeye uğraşırken, “Bu yüzden mi onunla yattın?” dedi. Alek her zamanki gibi sessiz kaldı. Alicja evdeki eşyalarını toplarken, Alek anlamıştı. Sinirle çıkıştı: “Yaşadıklarımızı birer paçavraymışlarcasına atamazsın Miłosz! Dünya etrafında dönmüyor!” Tek fotoğraf dahi bırakmayan kız, fısıldadı: “Ah, dönecek, söz veriyorum.” Yataktaki kız hala uyanmamıştı. Herhangi bir eksik var mı diye kontrol ederken, adamın sorusunu işitti. “Nereye gidiyorsun?” Onu daha önce bu kadar yıkılmış görmemişti. Kafasını salladı, bunu düşünmemeliydi. Bu evde yeterince kapalı kalmıştı, artık özüne dönmeliydi. “Hiçbir yere ait değilim.” Bu cümleyi kendi kendine söylemiş gibiydi. Çocuk tatmin olmamıştı, gözlerinin parladığı gördü, ardından da yaşlarını. “Nereye gidiyorsun?” diye bağırdı Alek tekrar, ısrarcıydı. Ona bir açıklama yapamazdı, nereye gideceğini o da bilmiyordu. Kapıya yöneldi genç kız, Alek anında önüne geçti. “Hala mı inkâr ediyorsun Alicja? Bana âşıksın.” Sinirden köpüren kız, çocuğu kapıya yapıştırdı. Tamamen çileden çıkmıştı. “Sana–âşık–değilim!” Titreyen elleri çantayı yere düşürmesine sebep olmuştu. İkisinin de gözleri yaşlıydı, ikisi de acımasızdı. Son cümleler ağır olacaktı. “Ne seveceksin, ne de sevileceksin. Lanetli.” Sinirle suratına indirdiği tokatın, genç adamı yakışını hatırlıyordu. Bir daha güzel yüzünü görmemişti. Hissettiği eksiklik tartılamazdı; fakat pişman da değildi.

Güçlü hatıraların yıprattığı vücudu sendeledi. Uzun zaman ardından ilk kez giydiği tişört, içinde yoğun duyguların kabarmasına vesile olmuştu. Aşınmış tişörte sinmiş şarap kokusunu umursamadı. Balı andıran saçlarını topuz şeklinde topladı. Uzun zamandır yalnızca yokluğu yâr bilmişti kendine. Huşu yoksunu ruhunu arındırmak adına sevgiyi düşündü. Aslında sandığı kadar inançsız biri değildi; imansız olsa dahi tutunduğu şeyler vardı. Sevgi her yerdeydi: Bir annenin bakışlarında, paslanmış kalplerde, sekste, uyduruk Alman birasında, sigarada. Onu arama cesaretine sahip olmaktı önemli olan. Cesurdu Alicja; lâkin kıyısından köşesinden yemeye başlamıştı kafayı. On yedi sene boyunca sürüyle tecrübe edinmişti; fakat asla uslanmayan arsız bir çocuktan farkı neydi? “Her şey anlık Iova. Onun ruhu Moskova’da sıkışmış.” Her şey anlıktı ya, anlık zevk, tutku, zarafet, yoksulluk, açlık. Asla yeterli olamıyordu. Ve biliyordu da olamayacağını, onu bundan çok ne zedeleyebilirdi ki? Uzun zamandır elini sürmediği sigara paketini kavradı. Yavaşça yutkundu, volkanmışçasına patlayan kudreti iliklerine kadar hissedebiliyordu. Parmaklarını çıtlattı, hazır olmalıydı, bugün efsanevi bir gündü: İlk defa yatakhaneden dışarı çıkacaktı. Evrenin merkeziymiş gibi yorgun hissediyordu. Patikadaki insanlara haset dolu bakışlarını yöneltirken, bunun ne kadar da yanlış olduğunu düşündü. Yanlış kelimeleri dillendirmemek için ağzını açmayan kız, sessizliğiyle yargılanıyordu şimdi. Asla bir fahişe kadar güzel içemediğine inandığı sigarayı fırlatıverdi. Titredi Alicja Miłosz. Üşümüyordu ki sarınsaydı pamuklara, tüylere. Kaçak sürdüğü yaşamı onu alt etmişti. Yenilgiyi kabul etmemeliydi, bu kadar erken teslim olmamalıydı. Bir yanı kendiyle baş başa kalmak için kuduruyor, öbür yanıysa her şeyden korkuyordu. Ve bu her şey, kendini fazlasıyla kapsıyordu. Duyduğu çan sesiyle uzaklaştı düşüncelerinden, saat kaçtı, hava ne renkti bilmiyordu. Bütün algıları körelmiş, bütün kavramlar soyutlaşmıştı. Yıkık dökük duvarın önünde birkaç dakika bekledi, buna hazır olmalıydı. Kendini göle uzanan patikaya bıraktığındaysa, bedeni ve ruhu buldu karanlığı. En derindeydi aslında, kalbinin bile derininde. Bir bıçak gibiydi, keskindi, acı veriyordu, ölümcüldü de. Yalnız bilekleri karanlıkla bütünleşirse eski harmoniyi yakalayabilirdi. Bu haşin melodi biter bitmez yakaladı gözleri tek yaşam belirtisini. Kuzguni saçlara sahip, yapılı bir çocuktu gördüğü: Gözlerini kapatmıştı. Yakaladığına inandığı cennetini ellemek istemedi. Belki de yatakhaneye dönüp, antropofobisini biraz daha ilerletmeliydi. Bunu yapmaya karar verdi; fakat saniyesinde yerdeki dal parçasına takıldı ve düştü. Kırdığı dalla bozduğu sessizliğe birkaç küfür savururken, kanayan bacağını fark etmemişti bile.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Aerys Orchalon
Ingenious | Tiro
 Ingenious | Tiro
Aerys Orchalon



Bir Başlangıç. Empty
MesajKonu: Geri: Bir Başlangıç.   Bir Başlangıç. Icon_minitimePaz Eyl. 11, 2011 8:53 pm

  • Dalgaların mükemmel korosunu dinliyordu Aerys. Kapalı gözleri onlara biraz daha konsantre olmasına yardım ederken aradığı huzura ulaşmakta olan bir bilge gibi hissettiğini kendisi bile bilmiyordu. Hem zaten nereden bilebilirdi ki bu tür bir hissi o. Yalnızca ailesinden kopmuş, hayatını bir yığın yasadığı olarak yaşamış bir gençti buraya gelene kadar. Günlerini huzura ulaşmak için harcayan bilgelere inat, her günü küfürlerle, hırsızlıklarla, teslimatlarla ve kanla geçmişti yıllardır. Yine de o hayatı bile sevebilmiş, bir parçası olabilmişti Aerys. Çünkü birkaç yılını geçirdiği o kanunsuz sokaklarda ruhunun ne kadar asi olduğunu tecrübe edebilmişti bir kez daha. Ne kadar kurallarla zıtlaşma meraklısı olduğunu her gününde hissedebilmişti o. Tabii tek öğrendiği bu değildi o sokaklarda, ruhunda ne kadar bağışlayıcılık ne kadar acımasız bir katilin soğukkanlılığı olduğunu da görmüştü. Ve doğru söylemek gerekirse, istediğinde çok iyi bir tetikçi olabilecek çelik gibi sinirleri olduğunu çok iyi anlamıştı o günlerde.

    Kafasının içinde anılarının oluşturduğu film bir kez daha gösterime girmişti işte. Güçleri olduğunun farkında bile olmadığı yıllarda evden kaçışı zaten filmin nihayet hareketlenmeye başladığı yerdi. Hayatı merak eden genç özgürlük peşinde macerasına başlıyordu orada. Ancak o da nesi? Bu genç diğer film kahramanlarının aksine kötü yönde ilerlemeye başlamıştı. İnsanlığını kaybedecek kadar kötü değildi tabii ki, orada bile arkadaşları vardı mesela. Ancak daha o hayata yeni başlamışken en yakın olduğunun gözleri önünde, kendi hatası yüzünden ölümünü görmüştü. Korael, ona ne yapacağını bilmezken bir yol açan adam ölmüştü. Birkaç gün kendini suçlayarak etrafta dolanıp en sonunda kendine olan sinirinin etkisiyle kaldığı yerin duvarlarından birini indirivermişti şimdi de kahramanımız. Bu anılar aklına geldikçe kendine tekrar sinirlenmeye başlıyordu Aerys. Neyse ki henüz etkilerini göstermemişlerken bir ses onu hem dalgaların oluşturduğu korodan, hem de düşüncelerinden uzaklaştırıvermişti. Rahatlamayla rahatsızlık arasındaki çizgide aralamıştı gözlerini.

    Önce beyni duyduğu sesi analiz edivermişti doğal olarak. Bir patırtı vardı en belirgin bir şekilde kulaklarına çarpan. Ancak her assolist gibi kendisinden önce çıkan birinin olmasına izin vermişti bu patırtı. Önce kırılan bir dalın acıyla çıtırdayışı vardı. Ve o da ne, ikisinin arasında belli-belirsiz bir küfür daha çarpmıştı kulaklarına. Aynı eski günleri hatırlatmıştı bu kelimeler. Kanunsuzların yarısı en normal konuşmalarında bile bir küfür olmazsa rahat edemiyormuş gibiydi. Ancak şu an okulda olduğu için bu kelimelerin hangi dudaklardan döküldüğünü merak ediyordu. Eli otomatik bir hareketle yanında duran bisentoya uzanmış olsa bile bir tehlike ile karşılaşacağını düşünmüyordu. Yine de mızrağa benzer silahınınn ucu yukarıya dönüvermişti, sadece destek alıp ayağa kalkmak için. Arkasını döndüğünde ise bir kız vardı karşısında. Yıllardır nezaket ile özdeşleştirilmiş olmalarına rağmen içlerinde böyle gerçek, söylediği sözlerde diğerlerini düşünmeyenler de olduğunu görmek güzeldi. Sarı uzun saçlı kız bir ağaç dalına falan takılıp yere düşmüş olmalıydı. Bir anlık tereddütten sonra yardım etmek için yanına gitmeye karar vermişti Aerys. Yanına giderken fark ettiği kan üzerine yalnızca elini uzatıp kalkmasına yardım etmekten fazlasını yapmaya karar vererek kızın yanında diz çökmüştü. "Hey, şu yara dışında bir şeyin var mı?" Bu soru sadece düşmüş birisi için saçma gelebilirdi ancak ne demesi gerektiğini bilememişti Aerys. Ve öylece durup tek kelime etmemekten iyi olacağına da hiç şüphesi yoktu.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Alicja Miłosz
Ingenious | Tiro
 Ingenious | Tiro
Alicja Miłosz


Lakap : ali, licj

Bir Başlangıç. Empty
MesajKonu: Geri: Bir Başlangıç.   Bir Başlangıç. Icon_minitimePaz Eyl. 11, 2011 9:29 pm

Aklını kimsenin değer vermediği bir şarkı, dudaklarınıysa bir mırıltıydı ele geçiren. Ve o, bir kez daha düşünüyordu adaletsizliği. Açlık haksızlıktı. Sevgiye açtı ve sevgiye muhtaç bir sürü insan vardı. Her şeyin seksten ve uyuşturucudan ibaret olduğunu düşünmek isterdi. Hayır, dedi kendi kendine. Çok çelişir olmuştu. O zaman kim kurtarırdı onun gibileri? Sahiden kurtarıyor muydu? Hadi ama, işve yoksunu, cilve konusunda tamamen beceriksiz bir dişiydi. Kendine dişi sıfatını yakıştırmıyordu; zira dişilik organına sahip olup, bu unvanı elde etmek fazla basitti. Zoru elde edemeyen, on yedi yaşındaki kızın neyineydi zor? Yaşamdı zor olan, Alicja’nın tırnaklarının çekilmesine sebep olan, derisine batan, kalbini simsiyah boyayla karıştıran. İnsanlar da zordu. Tek derdi sevgilisini kaybetmek olmuş insanlar… O birçok yârini yitirmişti: Huzuru, sükûneti, Polonya’da her zaman gördüğü o çocuğu, Alek’i. Alışılagelmemiş acılar da tatmıştı: Annesini hiçbir zaman tanımamıştı, asla babasıyla iyi geçinememişti, erkekler peşinden koşmamıştı, kana dayanamamıştı. Bu yapay dünya için fazla doğal, aciz ve savunmasızdı. Kış mevsiminde doluya tutulan cılız bitkiler kadar acı hissederdi. En yoğun hissinin acı olduğunu fark etti, hayatına basit demekle hata etmişti, daha çok acınasıydı.

Çok mu küçümsüyordu kendini? Adil olmayan hayattı. Tek saniye de olsa mutluluğu yakalamış olanlardan sillesini esirgemeyen, cani olan hayattı. Bir yaşam silsilesinde kavrulan kullarına eşitliği sağlayamayan Tanrı… Kudretinden korkulan, her pazar uğruna vakit harcanan Tanrı. İnsanlardan Tanrı’ya bedel sadakat dilemişti; fakat ne bulmuştu? Kaç kere gözyaşı dökmüştü? Hiçler uğruna, cömertçe yapardı bunu. Tanrı’dan cömertti Alicja; fakat onu inkâr edecek kadar cesur, yokluğunu kanıtlayabilecek kadar da zeki değildi. Hiçbir zaman enlerde olmamıştı. Onun kaderinde arkalarda harcanmak vardı ve itiraz şansı da yoktu. Şanssız, uğursuz, lanetli, her neyse. İnsanlara acıdan başka bir şey kazandırmadığını anladığı gün, tüm inançlarını yok saydığı gündü. Gerçek sevgi, aile, ruh ikizi, dostluk. Sadece kalıplaşmış kelimelerden ibaretti her şey. Sevgi olduğuna inandığı şeyin ellerinden kum taneleri gibi kayışını izlemişti, ailesi asla bir bütün olmamıştı, ruh ikiziyle tanışmamıştı ve varlığından şüphelenmeye başlıyordu, dostluksa zorlu bir yoldu. İnsanlar gözlerinin içine baka baka yalan söylemişlerdi, Alicja’yı suçlamak ne kadar adildi? Ah, doğru ya, bu evrende adalete yer yoktu.

Çocuğu şöylece süzdü: Sert hatları pürüzsüz suratını cüretkârca vurguluyor, tek kusur bile yansıtmıyordu. Hep sahip ya da ait olmak istediği yemyeşil gözleri vardı ve onu daha önce görmemesi büyük bir kayıptı. Zira bir mazoşist kılığındaydı artık, kimse onu sevmeseydi ne olurdu? Bir yara daha. Kalbindeki bıçak hala oradayken, kim, hangi hakla önemserdi ki ufak tefek sıyrıkları? Yine de yanıyordu canı işte, inanması güç olsa da o da bir insandı. Kan fobisinden dolayı nefesini tutarken, çocuğun ona doğru gelişini izledi. Bütün kasları gerilmiş, karnına ağrılar girmişti. Bu denli yadsınamaz bir heyecan beklentilerinin arasında en dipteydi. Çocuk yanında diz çöküp konuşurken, Alicja kulak kesildi. “Hey, şu yara dışında bir şeyin var mı?” Hayır dercesine salladı başını Alicja, sanki konuşacak gücünü yutmuştu. Tüm hücrelerinin paylaştığı cesaretten alınacak bir intikamı olacaktı.

Rüyasını anımsadı, ellerini duvarlardaki yosunlara sürterken ne kadar da özgürdü. Oysa onun için maksimum özgürlük, gece yarısı Polonya sokaklarına çıkmaktı. O bir kuş kadar özgür olmayı istemişti, kanadı kırık olmayan bir kuş. İnsanlardan kendini soyutlamayan, sevilmek için uğraşan bir kuş. O kadar korkaktı ki insanlardan uzaklaşıyor, çeşitli bahaneler yaratıyordu. Alek ile sona varış sebebi neydi? Bağlanmaktan öylesine korkmuştu ki genç kız… İçinde bir yerlerde bu gerçek yatsa da, Alicja hiçbir zaman ona ulaşacak kadar uzun olmamıştı. Kendi çukurunu kazıyor, duvarlar örüyor, yapılar yaratıyordu. Uyuyor, besleniyor, resim yapıyor, acıkıyor ve tekrar uyuyordu. Onu hiçbir şey eski bir kitabın tozları kadar heyecanlandırmıyordu, gözlerine kapandığı genç adam bile. Tam anlamıyla güzel gözlerini hangi cüretle lekeliyordu? Bunu izin almadan yapması doğru muydu? Belki de bazı şeyleri düşünmemeliydi; fakat bu Alicja için imkânsıza yakındı. Yine de yaşamı imkânsızlıklarla dolu bir kız için, imkânsıza yakın terimi fazla kötü sayılmazdı. Deneyecekti, bugüne kadar hiçbir şey denememişti, daha fazla ne kadar yakabilirdi ki canını? Taşıdığı yükler bastırılamayacak kadar ağır gelmişti o an. Gözünden akan tek damla, şiddetli yağmura sebep olmuştu. Alt dudağını ısırdı Alicja, pek de adetten saymadığı kelimeleri yaşatacaktı az sonra. “Özür dilerim.” Ucube, diye düşündü Alicja. Onu daha iyi anlatan bir kelime yoktu. Yağmur damlalarının kanının rengini açışını izledi, aşması gereken tek fobi bu değildi.


En son Alicja Miłosz tarafından Ptsi Eyl. 12, 2011 6:46 pm tarihinde değiştirildi, toplamda 1 kere değiştirildi
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Aerys Orchalon
Ingenious | Tiro
 Ingenious | Tiro
Aerys Orchalon



Bir Başlangıç. Empty
MesajKonu: Geri: Bir Başlangıç.   Bir Başlangıç. Icon_minitimePtsi Eyl. 12, 2011 5:27 pm

  • Kızın bacağındaki yara pek ciddi görünmese bile yardım etmeye karar vermiş, hemen yanında diz çöküvermişti Aerys. Kız ise onun bu hareketini şaşkın ve belki de birazcık olsun etkilenmiş gözlerle izlemişti. Yıllarını nezaketin en uzak olduğu yerlerde geçirmiş biri olarak ilk aklına gelen şey yanlış bir şey mi yapmakta olduğuydu. Bir kelime, bir yüz ifadesi ya da belki de bir hareketi mi yanlış görünmüştü yoksa? Genellikle insanların ne düşündüğünü umursamazdı Aerys, ancak bu kez farklıydı. Şu okula geldiği ilk günden beri hep sessiz, sakin ve insanlara uzak durmuş, kimseyle en ufak iletişimde bulunmamıştı. Ne bir yardım, ne basit bir muhabbet... İlk seferinde hata yapmak istemiyordu bu yüzden. Pekala, sorunlu bir gençti buradakilerin çoğuna göre ancak bunu kimsenin bilmesine gerek yoktu. Ne yeraltında bir hayatı olduğunu, ne de orada bir dost kazanıp yine aynı dostu orada kaybettiğini kimsenin bilmesi gerekmezdi. Yalnızca geçmişi geride bırakabilmesi için bir umut verdiği için gelmişti çünkü bu okula.

    Hakuna matata, yeni hayata başlamak için güzel bir sözdü bu. Endişelenme, geçmiş geride kalmıştır anlamına gelen bu iki kelime şu an yaptığını özetlemeye yetiyor gibiydi ona göre. Ancak şimdi tekrar baktığı zaman gerçekten de ayağa kalktığı andan beri herhangi saçma bir şey yapmadığını fark etti. Öyleyse nedendi bu meraklı ve belki de biraz ürkek bakışların arkasına saklanan sebep? Neden bir çekjingenlik duvarının arkasındanmış gibiydi bu bakışlar? Belki de hiç karşısındakinden şüphelenmeyecek birinin anlayamayacağı bir şeydi bu. Ne de olsa birkaç yılını geçirdiği dünyaya bu şekilde dalmıştı Aerys, geride bırakmaya çalıştığı hayata. Bu kelimeleriyse nereden hatırladığının bile farkında değildi Aerys. Belki başka bir ülkeden gelen bir yabancıdan, belki de gelecekte atılmayı umduğu maceralara atılmış bir maceraperestten. Her ne olursa olsun güzel kelimelerdi bunlar, onu anlatıyorlardı.

    Yanında durduğu kızın bacağındaki koyu kırmızı renk bir an içinde hem dağılmış hem de rengi açılmaya başlamıştı. Aerys bunu ve yağmur damlalarının yüzünden kaymaya başlamasını fak etmeden önce kızın yüzünden akan tek, bir kristali andıran gözyaşını görmüştü. Ağlamak? Bu yara için çok fazlaydı. Nedenini bilemediği bu gözyaşına eşlik etmesi içinse gökyüzü bulutlara emir vermişti adeta. Sakinleştirici, serin bir yağmur başlamış, göle çarpan her damlanın sesi kulaklarına çarpmaya başlayıvermişti birdenbire. Ve sanki yanlış bir şey yapmış gibi özür dilemişti kız bunların ardından. Sebepsiz yere bir gözyaşı, açık gökyüzünde yağmur ve bütün bunlar yeterince anlaşılmazmış gibi bir de özürle karşılaşmıştı. Bir an algılarının ona oyun oynadığını bile düşünmüştüaslında. Ne de olsa yeteneği olan insanlarla dolu bir okuldaydı. Ancak içindeki sese kulak vererek bunun gerçek olduğuna inanmayı seçmişti Aerys. Yine de şu an için ne yapması gerektiğini bilmiyordu, sadece bir şeyler söylemesi gerektiğini tahmin edebilmişti.

    "Özür mü? Özür dilemen için bir sebep göremiyorum." İlk aklına geleni söylemişti elinde durmakta olan silahı nazikçe yere koyarken. Çok derin olmasa bile yaranın enfeksiyon kapmasını engellemesi gerektiğini fark edivermişti birden. Ancak etrafta kullanabileceği bir bez ya da benzeri bir şey göremiyordu da. Yağmur yarayı az çok temizleyecekmiş gibi görünmesine rağmen yine de risk almak istememişti bu kez. Ne kullanabileceğini düşünürken antrenmanı sırasında koluna bağladığı gözleriyle aynı tondaki yeşil bandanası çarpmıştı gözüne. Böyle bir durumda daha uygun bir seçeneği yokmuş gibi görünüyordu. Yağmur biraz daha artmadan gitmeleri gerektiğini düşünmeye başlamıştı ayrıca. Normalde bunun gibi hafif bir yağmurun altında olmaktan hoşlansa bile yardım etmesi gerektiğini düşündüğü biri vardı şu an yanında. "Pekala, sanırım bu yarayı temiz tutmaya yeter." Omzundaki bağı kolayca çözüp aynı kolaylıkla yaranın etrafına bağlarken söylemişti bunları. Ayağa kalkıp kıza elini uzatması ise yalnızca birkaç saniye sürüvermişti. Biraz fazla duygusalmış gibi görünen kızın ne tepki vereceğini ise merak ediyordu doğrusu.


hakunamatatanedirlandiyenlere:
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Alicja Miłosz
Ingenious | Tiro
 Ingenious | Tiro
Alicja Miłosz


Lakap : ali, licj

Bir Başlangıç. Empty
MesajKonu: Geri: Bir Başlangıç.   Bir Başlangıç. Icon_minitimePtsi Eyl. 12, 2011 6:41 pm

Bacağına bakarken, geçen yaz izlediği bir filmi anımsadı. Tam olarak hatırlamıyordu, hikâyenin birçok parçası eksikti. Belki de hastalığının zihinsel etkilerinin boyutlarını araştırmalıydı. Film olarak nitelendirdiği şey, kesinlikle hayal ürünüydü, niye bugüne kadar düşünememişti ki? Gerçeklerin acıttığı bir evrende hayallerden başka neye tutunabilirdi? Saçlarını okşayacak bir babası ya da kokusunu içine çekerek, asıl Alicja’yı cezp edecek bir sevgilisi yoktu. Bir panayırda, renkli zevkler arasında kaybolamazdı. Pamuk şekerden bulutları yoktu. Pamuk şekerden bulutlar! ‘Yapış yapış, pembe bulutları andıran pamuk şekerler. Anımsayabildiğim tek güzel şey onlardı. Yüzümü pamuk şekere adeta gömüp, çubuğu kemirene kadar midemi doldurmayı özlemiştim. Belki de bu, bir şeye özlem duyma zorunluluğu hissettiğimdendi. Herkesin özleyeceği bir şeyler mutlaka olurdu; ama benim özlediğim tek şey bile yoktu, tamamen boştum. Babam mı? Bana yalnızca biyolojik açıdan babalık etmiş birine baba demem doğru muydu? Sanki annem beni ipekten çarşaflara sararmış gibi. Bazen kalpsizmişim gibi hissediyordum, neden hissedebildiğim hiçbir şey yoktu? Bu hastalık kalbimi de yiyor, belki de doğrusu budur.’ Aklına hoyratça dalan bu kelimeleri ne zaman dillendirdiğini bilmiyordu. Az önce eski defterleri tozlu bir rafa kaldırmaktan bahsetmiyor muydu? Hayatın cefalı yoluna koyabileceği nadir çakıl taşı şansını, niteliksiz bir şeymişçesine iteleyemezdi.

Ne insanlar ne de döngü, hiçbir şey asla değişmiyordu. Alicja hâlâ aynı fırçayla saçlarını tarıyordu, aynı sigarayı içiyordu, aynı ikilemdeydi. Aynı o gibi kokuyordu, nereden bilebilirdi ki onun parfümünü benimseyeceğini? Bir süre kızdı kendine, onu ardında bırakalı aylar olmuştu. Bencil miydi, cömert mi? Kendini ona layık görememişti, belki de onun umarsız bir çapkın oluşundan korkmuştu. Bunlar basit palavralardı; ona bağlanmaya başlamıştı ve bunun farkına vardığı an Szahala Malikânesi’ni terk etmiş, ona geri dönmemişti. Derslerde, ona en uzak sıraları seçmiş, günlerini yemek yemeden geçirmişti. Yutkundu, hâlâ boynunda taşıdığı kolye, yüreğini zedeliyordu. Asla yeterince iyi olamamıştı ve olamayacaktı. O kolyeyi hak etmiyordu ya da Alek’i. İsmini geçen ayların ardından tekrar tekrar anmak, midesine bir kramp armağan etti. Hayat acımasızdı, Alicja da öyleydi; fakat Alek… Hayır, öyle olduğunu iddia etse bile asla öyle olmamıştı. Alicja’ya karşı o kadar iyiydi ki, Alicja çareyi bir sürü senaryo yazmakta bulmuştu. Terk edildiğine dair, basit senaryolardı bunlar. Hiçbir zaman cesur biri olamamıştı onun hakkında, hatta o kadar korkaktı ki, onu bir hiç uğruna terk etmişti. Ve biliyordu, on sene sonra hastalık tarafından bitirilecek bedeni onu aramayacaktı. Hayatı acımasızlıkla mı suçluyordu bir de? Hiçbir şeyin kraliçesiydi o, adalet anlayışı bile değişkendi.

Yüzünde bir parça beyaz, bir parça siyah, bir parça da lacivert vardı. Saflık ve tutkuyu aynı anda barındırıyor, üzerine de otorite ekliyordu. Tüm zıtlıkları çekmişti yine, tüm ironileri üstlenen, lekelenmiş, on yedi yaşında bir kızdı, ‘fazlası değil.’ Yüz yaşında bir insanın tüm hayatında yaşadığı şeylerden fazlasını tatmış, düşünmüş, kanamış, toparladığını sanmıştı. Fazla iyi bir yalancıydı o. Hayatı basit tatminler üzerine kuruluydu, her şeyin iyi olacağını düşler, bir süre sonra buna inanır, ardından her şeye olduğu gibi buna karşı da kaybederdi inancını. Renkler onu tereddütte bırakmıştı. Kırmızıyı, moru ya da griyi kaldıramayacak kadar azim, asalet ve denge yoksunuydu. Kimsenin arzulamadığı bir hayatı, daha kötülerinin de olduğunu düşünerek yaşıyordu. Adaletli değildi; fakat adaletsiz de değildi. Suskundu onu tanımlayan kelime, ne var ne yoksa susardı.

Seven insanlar yerine sevişen insanlar görmüştü, en ufak bir çarpıntıyı aşk sanırdı. Çellonun tek tınısını, bir resitalin en ucuz parçasını, rezaletle eş değer bir bale gösterisini… Yapamadığı her şey kutsaldı onun için, Tanrı kadar kutsal. Ve çocuk. O kadar yüceliyordu ki gözünde, bunu durdurmalıydı, yoksa eline geçerdi. Hakkında biçimli dudaklara sahip olduğu dışında hiçbir şeyi bilmiyordu. Ne adını, ne yaşını, ne de yeteneğini. Yutkundu, onu bu kadar çekici kılan da oydu. Hakkında hiçbir şey öğrenmemeliydi, bir insanın daha değersizleşmesini göze alamazdı. Kıpırdamadan izledi Alicja, akan kanı umursamıyordu. Birkaç dakika sonra zaten terk etmeyecek miydi genç adam, doya doya bakamaz mıydı? Hatları tam anlamıyla eşsizdi. O klasik ‘çarpık’ gülümsemenin genç adama ne denli yakışacağını tahmin edebiliyordu. Gitmeden önce bunu istese ayıp mı olurdu? Böyle bir yerde ayıp olur muydu? Genç adam bazen otoriter, çoğu zaman karmaşık, bazense nazikti. Onu istemeden Alek’e benzetti, belki özlediğinden, belki de onun gidişini de görmek istediğinden. Çoktan gitmemiş miydi? Öyleydi; fakat asla terk edememişti. Oysa genç adam asla Alek gibi olamazdı, kaskatı ifadesiyle dahi Alicja’nın yüreğini eritse de olamazdı. Arsız gibi görünmüyordu.

Çoğu şeyi unutup, genç adamın gözlerine baktı. Yeşillikleri bir kenara attı, en içini gizleyen hiçbir şeyi istemiyordu. Parlak gözler yerine, pür umutsuzluk taşıyan gözleri görünce, yere yapıştı kaldı. Bu aynaya bakmak ya da yerde yatan cansız bedenini görmek gibiydi. Titremesi daha da arttı, burnunu çekerken, sol kolundaki tüm kasların işlevsizleştiğini fark etti. Hep böyle olurdu zaten, sağ eline hastalık kazandıran eli de sol eli değil miydi? Başta onu kesmeyi bile düşünmüştü; fakat tüm ihtimalleri tartarak, yüzde bir de olsa ileride gelen şeyi yapmıştı: Umut etmişti. Hastalığın sağ eline de sıçramayacağını ummuştu, ölümü beklemeyi değil. Bin kişiden birinde görülen bir hastalığı barındırarak, ne kadar şanssız olduğunu kanıtlamıştı. Artık ne istediğini bile bilmiyordu. Onu kimse anlamıyor diye, tanımadığı birine benzetmişti kendini. Onu anlayan insanların varlığı umuduyla yanıp tutuşan ruhunun sönmesini istemiyordu. Kimse acımamalıydı ona, çocuğun yanında titrememek için şeytana dahi pazarlayabilirdi ruhunu. Onu neden bu denli önemsemişti? Birkaç dakika sonra gidişini sessizce izleyecekti. Hiçbir şey olmayacaktı, sadece hücreleri ölmeye devam edecekti ve bu olayın kalple bir ilişkisi olacaksa, bir parçası daha kaybolacaktı. Bedeni her gün daha fazla tükenen biri için alışıldık şeylerdi bunlar.

Bir şeyler düşlemeyi bıraktı, asla hayallerinin peşinden koşacak kadar cesur olamamıştı ki. Gerçek dünyaya yerleşebildiğindeyse, adamın sesini işitti. “Özür mü? Özür dilemen için bir sebep göremiyorum.” Belki de bu, Tanrı’nın özrüydü. Az önceki hakaretler ardından kötü hissetmişti ve… Hadi ama, ‘koskoca’ Tanrı, bozuk bir aksana sahip Alicja Miłosz’dan mı özür dileyecekti? Düşlemekte sınır tanımıyordu. En güzel yaptığı şeydi düşlemek, ondan da vazgeçerse ne yapardı? Bir işlevini daha yitirmiş, basit bir çiçek olmaya ve kokulu begonyaların arasında kaybolmaya devam ederdi. Hemen nefes almalı ve güç toplamalıydı. Kulağında o diğerlerine göre sinir bozucu, Alicja’ya göreyse kadife saat sesi yankılanırken, midesindeki kasılmayı hissetti. Ah, basit bir erkek bile onu bu duruma sokabilirdi. Kişiliği hakkında en ufak bir fikre sahip olmadığı bir genç adama karşı maksimum ne hissedebilirdi ki?

Ne kadar ayıp düşüncelerdi bunlar! Karşısındaki çocuğu tanımıyor olması bir yana, Alek ardından her şeyi cinsellikle bağdaştırır olmuştu. Bugün bir farklılık yapmak istemesi büyük bir hataydı. Çocuğun yardımına muhtaç değildi, elleri titremeye başlamadan, geldiği yolu benimsemeliydi. Heyhat, çocuk koluna bağladığı yeşil bandanayı çıkarmış ve bacağına sarmıştı. “Pekâlâ, sanırım bu yarayı temiz tutmaya yeter.” Zar zor da olsa yutkundu Alicja. Çocuğa borçlu muydu? En az özür kadar aşina olmadığı kelime grubunu sundu: “Teşekkür ederim.” Kendisine uzatılan eli kavradı ve ayaklandı. Duygularını gizlemekte bu denli başarılı olmasa ne yapardı, ayrı bir muammaydı bu.

önemsiz:
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Aerys Orchalon
Ingenious | Tiro
 Ingenious | Tiro
Aerys Orchalon



Bir Başlangıç. Empty
MesajKonu: Geri: Bir Başlangıç.   Bir Başlangıç. Icon_minitimePtsi Eyl. 12, 2011 8:30 pm

  • İlk kez karşılaştığı insanlar genellikle Aerys'i bir buz kütlesiymiş ya da en azından onun içindeymiş gibi görürlerdi genellikle. Çünkü artık her önüne gelene gülümsememesi gerektiğini biliyordu. Ancak bu kez de fazla soğuk davrandığının farkında bile değildi buraya geldiğinden beri. Artık sokaklarda sürtmediğini fark edememiş miydi, yoksa sadece artık insanlarla yakın olmaya dair hiçbir umudu kalmadığı için mi böyle yapyırdu kendisi bile bilmiyordu. Yine de Arizona Devlet Lisesi'nin kapısından içeri girdiği günden beri hiç kimseyle iletişime geçmemişti mecbur kalmadıkça. Yalnızca tek kelimeden oluşan cümleler kuruyordu eski hayatından bir alışkanlık olarak uzun zamandır. En huzurlu zamanında bile yüzüne çevrilmiş bir silah olabileceği düşüncesiyle tetikte olması gerektiğini bilecek kadar tecrübe kazandığı sokaklardan gelen, kişiliğinin derin köşelerinden çıkan tozlu bir alışkanlık olarak. Çünkü yaşadığı o zorlu sokaklarda hiçkimsenin bir diğeriyle bir diyalog oluşturma gibi bir derdi yoktu. Aslına bakılırsa bu zaten o sokaklara bulaşmadan önce bile var olan bir özelliğiydi. İnsanlara başta uzak durmayı tercih ederdi hep.

    Yine de bu genel bir davranış olmasına rağmen kesin de sayılmazdı. Korael gibi bazı isimlerde ilk gördüğü anda garip bir şekilde uzak durmaktan vazgeçmesine sebep olan bir özellik vardı. Bunun ne olduğunu bilmiyordu ancak kaybettiği arkadaşını diğer insanlardan fazlasıyla farklı kıldığı da inkar edilemez bir gerçekti. Ve uzun zaman sonra bir kez daha benzer bir şey hissetmişti bugün. Aynı his değildi belki, ancak benziyordu işte. Zaten aynı şekilde olmasını istemezdi, hayatına zar zor alabildiği bir başka ender insanı daha kaybetmekle başa çıkabilir miydi bilmiyordu. Ancak hatalarından ders çıkarmıştı Aerys. Artık hayatına aldığı birini kaybetmemek için daha dikkatli olması gerektiğini çok iyi bir şekilde biliyordu. Yine de karşısındakinin kendisi hakkında ne düşündüğünü bilmeyişi yüzünden bir soru işareti beyninin içinde dolanmaya devam ediyordu. Hatta belki de bu yolculuğu yüzünden biraz adrenalin salgılanmasına, hafif bir heyecan duymasına bile sebep olmuştu bu soru işareti.

    Henüz aklını kurcalayan asıl sorunun cevabına sahip olmasa bile gördükleri bir miktar bilgi aktarmıştı bile beynine onun hakkında. Yalnızca fiziksel özellikleri değildi gördükleri, davranışlarını da görmüştü, kişiliğini bir ayna gibi doğruca gözler önüne seren davranışlarını. Bu kız çekingendi, ilk göze çarpan, en belirgin özelliği buydu. Ancak tabloya daha dikkatlice bakıldığında bunun ardında gizlenen bir şeyler daha olduğu da gözlerinden kaçmamıştı. Belki aileviydi bu sebepler, ya da kendisininki gibi bambaşka sorunlar yaşamış olabilirdi geçmişinde insanlara güvenini sarsan. Ne olursa olsun geçmişin anı yaşamasına engel olmasına izin veren birini gördüğünde müdahale etmeden duramazdı Aerys. Kendisinin yaşadığı iç sorunları yaşayan birine yardım etmeden duramazdı. "Hakuna Matata." Biraz önce uzattığı elini tutarak ayağa kalkmış kızın soran gözlerle baktığını ancak tahmin edebilirdi şu an için. Mutlu bir ifadeyle kapatmıştı gözlerini. Yamuk da denebilecek, umursamaz bir gülümseme yerleştirmişti yüzüne. Geçmişi şu an için gerçekten umurunda bile değildi aslına bakılırsa. Kıza söylediği gibi kafaya takmıyordu hiçbir şeyi.

    Yine de bir açıklama yapması gerektiğini hissediyordu Aerys. Gözlerini bu kez neredeyse mutluluktan parlar şekilde açmış, sokak hayatında edindiği mükemmel yalancılık yeteneğini kullanmaya başlamıştı. Belki de kullandığı maske fark edilecekti ancak elinden geleni yapıp şansını denemekten alıkoymaya yetmezdi bu ihtimal onu. "Kafana takma, endişelenme anlamına gelir. Geçmişinden kaynaklandığını düşündüğüm bir mutsuzluk içinde gibisin de." Aklından geçeni dorudan söylemek... Genellikle bu birçok planı mahvedebilecek, basit ve işe yaramaz bir metod olarak kabul edilirdi. Çünkü ancak onun da işine geliyorduysa istenilen sonucu vereceğine inanılırdı bunun. Yine de bunun gibi bazı hassas durumlarda çok daha etkili bir çözüm olabileceğini de görmüştü Aerys. Bu yüzden doğrudan söylemiş, laf cambazlığıyla uğraşarak zaman kaybetmemişti. Kız belki de ne cürretle neredeyse hiç tanımadığı birine bu tür bir şey söylediğini sorabilirdi ama bu da alması gereken bir risk gibi geliyordu ona. Geçmiş, geride kalmıştır ve değiştirilemezdir değil mi? O zaman tek yapılabilecek şey tekrarlanmaması için çabalamaktır artık. Bu yüzden bu kelimeleri söylemişti Aerys. Artık endişelenilebilecek hiçbir şey yoktu çünkü.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Alicja Miłosz
Ingenious | Tiro
 Ingenious | Tiro
Alicja Miłosz


Lakap : ali, licj

Bir Başlangıç. Empty
MesajKonu: Geri: Bir Başlangıç.   Bir Başlangıç. Icon_minitimeSalı Eyl. 13, 2011 1:29 am

‘Her şeyin giderek hiçleşiyor olması normal miydi? Aşka, umuda, sekse, özgür iradeye, sevince ya da hüzne hiçbir anlam veremiyordum. Hayatın acıtması beni üzmüyordu; ama tecrübeyle de yoğrulmuyordum. İnsanlar doğar, büyür, aşık olduklarını sanar, sevişir, nesil devamı sağlar ve ölürlerdi. Ben doğmak ve büyümek dışında hiçbir şey yapmamıştım. Önemli olan bakire olmak ya da olmamak değildi, gerçekten aşkı sorgulama ihtiyacı duyuyordum, tıpkı su gibi. Ve yanıt bulamıyordum. Ne zaman bir yanıt bulabilmiştim ki? Tek bildiğim: Bulduğum gün, huzurdan öleceğimdi. Sonunda ölümün olması umrumda değildi, huzurla harmanlanmak, onun bir parçası olmak istiyordum. Belki de çok şey istiyordum. Zerre gerçekleşemeyecek şeyler için kafa yormak sorun değildi benim için. Sürekli bir şeyler umardım ve bu yüzden kendimi suçlu hissetmezdim. Ne yapacağımı bilmezken, ummaktan daha kudretli bir şey olabilir miydi? Farklı olmaktan memnun değildim, her saniye yeni sorular üretiyor ve aralarında boğuluyordum. Hayat zordu ve bana pek de seçenek tanınmıyordu. Tarafından bir hiç olarak algılandığım hayatı neden bu kadar önemsiyordum? Ben: Alicja Miłosz, bu benim işimdi. Beni önemsemeyen herkes umrumdadır. İnsanlar benden neden bu kadar nefret ediyorlardı? Onlar gibi olmak istemediğimi fark ettiğimdeyse, aslında farklı olmaktan memnun olduğumda karar kılıyordum.

Üzülmeye eğilimli olan bizler miydik, yoksa hayat egolarına yenik mi düşmüştü? Cevabı verilmesi gereken sorulardan yalnızca biriydi bu. Kimsenin düşüncesini somutlaştıramayacak olması acıydı. Cevabı verilemeyecek şeylerde düşünmek hata mıydı, yoksa herkeste olması gereken gayret mi? Bir şey olmuyorsa zorlamalı mıydı, bırakmalı mıydı? Ben zorlardım. İmkansızın olmadığına gerçekten inanıyordum. En dipteki kutunun, en altına saklanmış bile olsa, her şeyin bir cevabı vardı ve Tanrı, cevapları bulmamız için var etmişti bizi. Yani büyük oyununda, küçük piyonlardan ibarettik. Şah da oydu, vezir de, at bile oydu. Kalelik seviyesine geçebilmekti tüm çabam. Bunlar İncil’den ayetler değil ya da Katolik Kilisesi’nde yetiştirilmedim. Sadece düşünülmeyen şeyler hakkında teoriler yaratmaktan zevk alıyordum. Belki de farklı olmaktı çabam, bilmiyordum; ama Alicja Miłosz bu, ben buydum. Siz sevin ya da sevmeyin, umrumda değildi. Gerçekten.

Ne yapacağımı şaşırmıştım. Hiç ahım şahım bir insan olmamıştım zaten; ama bu sefer farklıydı. Şu dillere pelesenk olmuş ve aşinalığa mahkum ‘Boşluktayım.’ kalıbı var ya, o kalıba tam oturuyordum işte. Uğruna yaşayacak neyim var diye düşünüyordum çoğu zaman. Başta hiç diyordum, hayat gibi ben de bir hiçim. Sonra yanıma Alek geliyor, aşk hayatımın nasıl gittiğini soruyor ve etek giymememe rağmen, boyun kısa olması gerektiği hakkında yorumlar yapıyordu. Ardından ben soruyordum aşk hayatını ve aldığım cevap burnumu onun işlerine sokmamam gerektiğiyle eş bir şeyler oluyordu. Koca bahçede beni kovalıyor ve sonunda da yakalıyordu. Sanırım kaderim buydu, yenilen taraf hep ben oluyordum. Sadece bu yenilginin sonucu huzur vericiydi, kollarının arasında gözlerim kapanıyor ve huzurlu bir uyku, ruhumu sarmalıyordu. Sanırım Alek olmasa çoktan ölmüştüm.’


Kendi ellerinden çıktığına inanamadığı satırlardı bunlar. Sevdiğini söylediği çocuğu kendi elleriyle sökmüştü kalbinden, beyninden. Gömmüştü onu ebedi karanlığına. Suçlu muydu? Belki. Suçlu hissediyor muydu? Şaşılası bir denklemdi bu, her saniye değişiyordu düşünceleri. ‘Gideni geri getiremezdiniz, her ne kadar isteseniz de lanet düzen değişmez ve boynunuz bükük kalırdı; ama devam ederdiniz. Etmelisinizdir. Eğer etmeseydiniz, yenik sayılırdınız çünkü. Yaşamın amaçsız olduğunu iddia ederdiniz; ama basit kılan, aynada belirginleşirdi. Değişim, her şeyin olmasa da çoğu şeyin parçasıdır. Hiçbir şey aynı kalmaz, evren değişmeye devam eder, sadece üzerine kurulu olduğu sistem aynıdır. Doğmak, yaşamak ve ölmek. Üç evreden ibaret yaşamın, ipleri sizdedir. İntihar edersiniz ya da bebeğinizi aldırırsınız. Bunların uğruna verilecek savaş bellidir, yenik düşmeniz için çeşitler vardır: Arzular, sevinçler, hüzünler, öfkeler, kısaca duygular. İstediğiniz kadar inkâr edin, kimse duygusuz değildir. Sadece bastırılmışlardır, beklediği yolda, engel olarak çıkar karşıya. Peki engelsiz yaşam mı daha memnun kılardı sizi? Başta rahat olan, engelsiz yaşamı seçerdiniz, ardından da monotonluğun içinde boğulurdunuz. İnsan kaderi, yaşamı çekici kılan şeydir. İyi ya da kötü.’ Bunun bilincine seneler ardından varabilmesi güzeldi. Cefakâr kader artık sözlüğünde olmayacaktı. Belki biraz zorlarsa şansa bile inanacaktı; ama ikinci şansa asla. Belki de kimse kusursuz değildi; ama ikinci şans, gerçekten fazla kusurluların muhtaçlığıydı. Ekmekleri önüne neden atmalıydı? Üçüncü şansı bekleyecekleri için mi? Tıpkı bir köpeğin daim açlığı gibi. Biten yaşamlara karşın, hiçbir zaman bitmeyecekti bu döngü, biliyordu. İkinci şansı hakedenler hata yapmamış ve yapmayacak kişilerdi, dolayısıyla ikinci şans da yoktu.

Elleri ayrıldığında hâlâ nefeslerini düzeltmeyi deniyordu. Kim bilir, belki de onun heyecanlanmasını sağlamak bu genç adamın egolarını tatmin edecekti ve Alicja da ilk defa bir erkeği mutlu ettiğine inanacaktı. Her şeyi oluruna bırakırcasına kaslarını gevşetti ve gerindi. Epey uzun sayılabilecek bir süre boyunca devam eden sessizlik, Alicja’yı adeta haz tutkunu yapmıştı. Genç adamın yüzünü çekinmeden inceleyebilme fırsatı bulduğu için mutluydu, oldukça mutluydu hem de. Çocuğun pürüzsüz tenini süsleyen hoş dudakları ve parlak gözleri vardı. Bu genç kızın kötü hissetmesine sebep olmuştu. Çocuk, yüz kızı birden etkileyebilirdi; fakat Alicja… Yutkundu, umutlarının arasında özgüven sahibi gibi görünmek vardı, korkaklığını açığa çıkarmak değil. Genç adamın tenini hissetmek için yanıp tutuşan Alicja, bundan memnun olmadığını söylerse, ilk yalanını söylemiş olurdu. Uzun zaman ardından, tutku dahi olsa bir şeyler hissetmek güzeldi. Yalan düşünceleri duraksattı onu. Bugüne kadar hiçbir yalan düşmemişti dilinden. Peki ya bir getirisini görmüş müydü? Bin yalanla, ondan mutlu insanlar vardı. Belki de adalet yoksunu dünyada ancak kötü biri olursa iyi yerlere gelebilirdi. Yanaklarının kızarmaması için birkaç dakika önce yargıladığı Tanrı’ya afili bir dua gönderdi. Adaletini kanıtlama zamanıydı. Düşüncelerini kusmalıydı; ama boşluğa, çocuğa değil. Onunlayken susmayı sevmişti, umarsız düşüncelerini bir başkasına bulaştırmayı değil. Bir kıymetliye hiç değil. Onu incelerken, midesi biraz daha gariplik sergiledi. Gerçekten de kusursuzdu, özgürlük gibi kokuyordu. Bunu garipsemişti, sol kaşı hafifçe havalandı. Çocuk gözlerini kapatıp, gülümserken, kızın kalbine bariz bir huzur doldu. Tam ortasına. Düzgün hatlara sahip yüzünde, çözemediği bir şeyler vardı. “Hakuna Matata.” Lehçe ve bozuk bir İngilizce’ye sahip olan Alicja’nın kaşları daha da havalandı.

Gözlerini mutluluk timsali hâliyle aralamış genç adam, kızı meraktan arındırdı. “Kafana takma, endişelenme anlamına gelir. Geçmişinden kaynaklandığını düşündüğüm bir mutsuzluk içinde gibisin de.” Alt dudağını ısırdı Alicja, bu basit birinin kafadan atabileceği sıradan bir tahmin değildi. Ya çok şanslıydı ya da çok zeki. İkinci sıfatı ona daha çok yakıştırdığı kesindi. Ne yazık ki ayrı yollardaydılar ve Alicja artık dönemezdi. Yerden bir taş alıp suya fırlattı, bunun geçmişi silercesine yapıldığını işitmişti. Keşke o kadar kolay olsaydı diye düşündü, zoru seven, ona adeta bağımlı olan genç kız. “Elbette ki kaygılanıyorum. Geçmiş kaygı demektir.” dedi titrek sesiyle. Kendi yağmuru onu üşütmezdi oysa. Çocuğa kaygı dolu, kompleksli biri gibi görünmek istemiyordu; fakat ne gelirdi ki elinden? Yalan söylemekte ne denli başarılı olduğu bilinmezliği simgeliyordu ve bu deneme için yeterince cesur değildi. İkinci taşı almak için eğilirken, devam etti konuşmaya. “Optimistliğim üzerimde. Sana her zaman böyle değilimdir desem yalan söylemiş olurum.” Oysa yalan söylemeyi kafasına koymuştu, başarılı olsun yahut olmasın.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Aerys Orchalon
Ingenious | Tiro
 Ingenious | Tiro
Aerys Orchalon



Bir Başlangıç. Empty
MesajKonu: Geri: Bir Başlangıç.   Bir Başlangıç. Icon_minitimeSalı Eyl. 13, 2011 5:01 pm

  • Aerys şaşırmıştı içten içe. Her ne kadar gerçek yüzünü sakladığı maskesini kırmaya yetmese bile aldığı cevap onu şaşırtmaya yetmişti. O kadar kesin bir cevapla karşılaşmayı beklemiyordu açıkçası. Hatta gerçek yüzünü bir maskenin ardına saklamıyor olsaydı ağzı hafifçe açılmış bile olabilirdi şaşkınlığı yüzünden. Hayatın oyunlarının çoğu kişiye acıması olmadığını bilmesine rağmen çoğu kişide böyle bir tepki uyandırmayacağını da gayet iyi biliyordu çünkü. daha önce buna benzer duygular içindeki birkaç kişiyle karşılaşsa da bu kadar kesin bir yargıyla karşılaştığını hatırlamıyordu. Tecrübe ettiği şey her ne idiyse bu kız üzerinde büyük bir etkisi olduğu belliydi. Acımasızlığı herkes tarafından bilinen hayat bu kıza ne yapmıştı ki böylesine derine kadar dişlerini geçiren bir canavar yaratmıştı ruhunda. Umuda yönelik en küçük kırıntı yokmuş gibi cevaplar vermesine sebep olacak kadar canını yakan ne olabilirdii ki? Yine de bir tahmininde haklı olduğunu öğrenmişti bu cevaptan Aerys. Bu her ne idiyse geçmişle ilgiliydi, arkada bırakılması ve sadece aynısını tekrarlamamak için küçük bir bakıştan fazlası atılmaması gereken geçmişten.

    Ne kadar yardım etme isteğiyle hareket etse bile ne yapacağını bilememişti Aerys bu konuda. Özellikle Korael konusunda kendisiyle bazen kavga eden birisi olarak kesinlikle geçmişini tam olarak arkasında bırakamamış olan kendisi ne dese boş gibi gelecekti. Gerçi kız bu durumu bilmediği için pek de sorun etmesine gerek yoktu ama bir yalana önce kendisinin inanması gerektiği gibi yalancılığın temel kurallarından birini de unutmamıştı. Dediklerinin içten sözlermiş gibi görünmesi için öncelikle Aerys'in onlara inanması, kendisini kandıracak kadar iyi bir yalancı olması gerekiyordu onun. Neyse ki artık bunu bile sağlayabilecek seviyeye gelmişti bu konuda. Ancak bunu bir kenara bıraktığında bir sorunu daha vardı şu an; kızın sorununun geçmişte olduğunu bilmesine rağmen ne olduğuna dair en ufak bir fikri yoktu. Bu da işleri çok daha zor hale getiriyordu. Ne de olsa bir doktor da hastalığı bilmeden ilaç yazamazdı değil mi? Arada pek bir farkın olmadığı bir durumla karşı karşıyaydı Aerys de. Yalnızca genel ifadeleri kullanarak bu işi halledebilirse gerçekten becerikli olduğunu ispatlamış bile olurdu. Aslına bakılırsa sorununu yağmur damlalarının sesleri eşliğindeki bir yürüyüş sırasında pekala çözebilirdi ama kızın bacağındaki yara da bunu engelliyormuş gibiydi. Derin olmamasına rağmen rahatsız edici bir görünüme sahipti çünkü.

    Gereksiz, gerginlik dol bir sessizlikle karşı karşıya kalmamak için bir şeyler söylemeliydi Aerys. Çünkü karşısındakini bir konuda ikna etmenin püf noktalarından biri bunu yapmaya çalıştığını belli etmemekti. İnsanlar bir sessizlik sırasında karşısındakinin inandırıcı bir şeyler söylemek için düşünmeye başladığını çok rahat bir şekilde fark edebilirdi ne de olsa. "Hakkında hiçbir şeyi değiştiremeyeceğin geçmişi düşünmekte bir fayda yok bence. Yalnızca gelecekte de tekrarlanmasını engellemektir yapabileceğin şey kötü anılara sahipsen." Bu söylediklerine kendisi de inanıyor olduğu için normaldekinden de rahat bir şekilde konuşmuştu Aerys. Çünkü ona kalırsa bir insanın kötü geçmişi hakkında yapabileceği şeyler bundan ibaretti. Onu değiştiremezdi kimse, o halde endişeye ne gerek vardı ki? Olan şey olmamış, olmayan şey de olmuş hale gelemezdi sadece kaygı, endişe ve üzgünlükle. Ve bir şey daha farkedivermişti birdenbire, bir süredir konuşmakta olduğu bu kızın adını bile öğrenmemişti henüz. Sol tarafta bulunan bir ağaca sırtını yaslayıp az önceki serseri gülümsemesini tekrarlayarak birkaç kelime dah etmişti Aerys. Yere bıraktığı bisentoyu da almayı ihmal etmemişti tabii bunu yapmadan önce. "Bu arada ben Aerys. Ve sen?" Alabildiğine rahat bir sesle konuşmaya başlamıştı artık. Kolay kolay insanlarla konuşmayan biri içinse en alışılmamış durumlardan biriydi bu. Öyle ki normalde onu bu okulda görmüş olan herhangi birinin böyle bir sesle konuşacağını hayal bile edebileceğini düşünmüyordu Aerys. Ancak aynı yeraltı dünyasına indiği ilk günlerde Korael'e karşı sıcak olabilmesi gibi içindeki sese uyup bu rahatlıkta konuşabiliyordu burada da.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
 
Bir Başlangıç.
Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 1 sayfası

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
Chosen Master RPG :: Arizona Devlet Lisesi :: 
BAHÇE
 :: Yapay Göl
-
Buraya geçin: