Chosen Master RPG
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.


Chosen Master RPG
 
AnasayfaAnasayfa  AramaArama  Latest imagesLatest images  Kayıt OlKayıt Ol  Giriş yapGiriş yap  
Kurgu
    Profesör Austin'in deneyi yalnızca özel yetenekli gençlerin ortaya çıkmasına sebep olmamıştı. Okul pencerelerinden, kapılarından sızan buharın; toprakla, havayla, suyla ve çeşitli elementlerle etkileşimi sonucu bir takım varlıklar daha oluştu. Bunlar tekin yaratıklar değildiler ve gelecekte özel yetenekli Master'lara büyük sorunlar çıkaracaklardı.
Yönetim Kadrosu
Yağmurun Altındaki Çıplak Şehir Ynetici2Yağmurun Altındaki Çıplak Şehir Ynetici3Yağmurun Altındaki Çıplak Şehir Ynetici4
Duyurular
#Sitemiz açılmıştır.

#Sitemizdeki avatar boyutu, 150|3xx'dir.

#Sınıf başkanı seçimlerine adaylık için lütfen Tık.


 

 Yağmurun Altındaki Çıplak Şehir

Aşağa gitmek 
2 posters
YazarMesaj
Arthur Neithan
Ingenious | Tiro
 Ingenious | Tiro
Arthur Neithan


Nerden : Köken İngiltere'ymiş, öyle diyorlar, ki sorun bakalım, hiç gitmiş mi? Yok.
Lakap : Claw

Yağmurun Altındaki Çıplak Şehir Empty
MesajKonu: Yağmurun Altındaki Çıplak Şehir   Yağmurun Altındaki Çıplak Şehir Icon_minitimePaz Eyl. 11, 2011 6:19 am

Yağmurun Altındaki Çıplak Şehir K9c0mw.Yağmurun Altındaki Çıplak Şehir Ea07bd

Yatakhanenin penceresine vuran iri yağmur taneleri Arthur’u bir türlü uyutmuyordu. Yorganını tekmeleyip üzerinden attı. Yere uzanmış olan Thunder, sinirle bir şeyler homurdandı ama Arthur onunla ilgilenecek ruh hali içerisinde değildi. Bu yağmurlu günde bile yatakhanede kimse kalmamıştı, herkes derslere hazırlanmak için şehre inmiş, ya da çokta önemli olmayan bir şeylerle uğraşıyorlardı. Bir şeyler yapmak için Barbara’yı ikna etmesi gerektiğini biliyordu, bütün günü yatarak geçirmek istemiyordu. Yatağının yanındaki komodinin üzerinden cep telefonunu alıp kıza uzunca bir mesaj yazdı. Daha çok sevgi sözcükleriyle doluydu ama okul arazisinden ayrılmak, değişik bir yerlere gitmek ve baş başa kalmakla ilgili birkaç şey de yazmıştı. Kendisine karşı koyamayacağını bildiği için hemen hazırlanmaya başladı, Thunder'ın altın sarısı gözleri kendisini izlerken. Dolabından siyah bir tişört -sol göğsünün üzerinde bir kurt kafası işlenmiş- kot pantolon ve siyah deri ceketini alıp üzerindeki eşofmanlarını çıkarttı. Çıkarttıklarını yatağının üzerine fırlattıktan sonra, kıyafetlerini giyip peşinden koşturan siyah bozkurtla dışarı çıktı. Yarım saatte yağmur biraz daha yavaşlamıştı ama hala ıslaktı. Ellerini pantolonunun cebine sokup otoparkın girişinde sevgilisini beklemeye başladı. Thunder'sa yüksek bir ağacın altındaki kuru zemine yatmış, diğerlerini bekliyordu. Kız, şemsiyesinin altına sığınmış halde koşa koşa yanına geldiğinde anahtarını çıkartmış, uzaktan kumandaya basmıştı, kilitlerin açılması için. Yanağından öpüp şoförün yanındaki ve sağ arka yolcu tarafındaki kapıları açtı, Barbara’nın, leoparı Nala'nın ve Thunder'ın geçmesi için. Yolcular koltuklarına yerleştikten sonra hızla şoför tarafına geçip, kontağı çevirip arabayı çalıştırdı. Charger, hafif bir gürültü çıkartarak otoparktan ayrılıp geniş caddeye çıktı.

”Sabırsızlanma hayatım, birkaç saatlik yolumuz daha var işte.” Kendisi de bu kadar uzun süreceğini bilmiyordu ama artık yapacak bir şey de yoktu, yolun yarısı çoktan geride kalmıştı. Radyo kanalını değiştirip slow müzik çalan bir kanalda durdu. Vitesteki elini yavaşça hareket ettirip Barbara’nın elini tuttu, gözlerini ise yoldan ayırmıyordu. Birkaç yıl önce amcasının arabasını kuzenleriyle birlikte kaçırdığı günkü gibi sonuçlanmasını istemiyordu bugünün. Nezarethane, bugün için uzakta kalması gereken bir ihtimaldi, başka zaman, belki olabilirdi. Sol arka camı Thunder için açmıştı. Bir bozkurt olsa da, ya da bir ruh olsa da kafasını camdan dışarı çıkartıp rüzgarı hissetmek isteyebileceğini söylemişti.

Trafiğin elle tutulur bir biçimde artması, Büyük Elma’nın sınırlarını geçtiklerini kanıtlıyordu. Yağmur, hala şiddetini korumasına rağmen yol kenarlarında yürüyen çiftler, kafelerde insanlar vardı. Caddelerde pek fazla araba olduğu söylenemezdi, bu o şanslı oldukları günlerden biriydi. Zaman kaybettirecek bir trafik olmadığı için varmaları gerekenden erken varmışlardı, müthiş Empire State’e. Arabayı en yakındaki otoparka park edip kol kola binanın tepesine çıkan asansörlerden birine bindiler. Asansörde yalnız olmaları da Şans Tanrısı’nın işlerinden biriydi yine. Kolunu Barbara’nın omzuna atıp kendisine doğru çekti. Kalp atışları, birbirlerine eşlik ediyordu. Birkaç derin nefes alarak o muhteşem kokuyu içine doldurdu. Kızın heyecanını hissedebiliyordu, Arthur, çünkü kendisi de bir o kadar heyecanlıydı. Daha önce Barbara'yla birçok şey yapmışlardı ama bu özeldi. Bir yandan da arabadan indiklerinden beri hissettiği o eksikliği düşünmeden edemiyordu. Kafasını sağa-sola sallayıp kötü düşünceleri yok etmeye çalıştı. Asansör, 86. kata geldiklerinde durdu. Metal detektörlerinin yanındaki güvenlik görevlisinin yanına giderken
”Biraz bekler misin?” diye sordu, kızın elini hafifçe sıkıp.

”Gerçekten Barry, seni zor durumda bırakmayı tabii ki istemiyorum ama biliyorsun, kuzenler böyle günler içindir. Hem, biletimiz olması gerektiğini nereden bilebilirdik ki? Şimdi, o kadar katı geri indirme beni. Kimsenin haberi olmaz bile.” Yavru köpek bakışlarıyla birlikte yalvarmaya başlamıştı, Arthur. Kuzen Barry, amcasının en büyük oğluydu ve Empire State Binası'nın güvenlik şefiydi. Bilet alması gerektiğini tabii ki biliyordu, Arthur ve Barry’nin burada olacağını da biliyordu, başka bir yerde olması imkansızdı. Beleş girme hakkını kullanacaktı. ”Harbiden, başını belaya sokmakta üstüne yok, değil mi? Bu sefer benimkini ve şu kızınkini de işin içine sokuyorsun.” Barry, söylene söylene duvara monte edilmiş ufak dolaptan iki tane kart çıkarttı. Üzerinde ‘Ziyaretçi’ yazıyordu. ”Böyle bir film yok muydu? Ya da onun adı 'Ziyaretçiler' miydi?” Güvenlik odasının kapısından iteklerken Arthur da kartları inceliyordu. Bir tanesini Barbara’nın boynuna, diğerini de kendi boynuna geçirdikten sonra 102. kata çıktılar, hışımla. Yağmur, hafifçe çiselemeye devam ederken buz gibi bir havada korkulukların yanındaki yerlerini aldılar. İki gümüşi parıltı da birbirlerine karışarak yanlarına geldi.

Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Barbara Elvfsie
Ingenious | Tiro
 Ingenious | Tiro
Barbara Elvfsie


Nerden : Severac.
Lakap : Barbie. :B

Yağmurun Altındaki Çıplak Şehir Empty
MesajKonu: Geri: Yağmurun Altındaki Çıplak Şehir   Yağmurun Altındaki Çıplak Şehir Icon_minitimePaz Eyl. 11, 2011 2:56 pm


    Televizyon'un karşısında pineklediğim yağmurlu günlerden biriydi. Romantik aşk filmlerinden sıkılmış bir halde yumuşak koltuğumdan kalkarken, cam kenarına gelip cama vuran yağmur tanelerini izlemeye başladım. Arthur’u o kadar özlemiştim ki. Üstümde nedenini bilmedim bir baskı yüzünden, ağlayacak duruma gelmiştim. Nala, tüylü bembeyaz ayı postunun üstünde yatarken ona bakıp gülümsedim. Bana mutluluk veren bir Nala, bir de Arthur vardı. Kendimi buğulu camdan çekip Nala’nın yanına, yere bıraktım. Yemyeşil gözleri bana dikmiş derin bakışlarla bana bakıyordu. Ona ufak, sahte bir gülümseme ile baktım ve yavaşça sarıldım. Zor durumlarımda hep benimle olduğu için ona çok şey borçluydum. Onu yavaşça sevip öperken aniden telefonun çalmasıyla, tüm duygusal atmosfer yok olmuştu. Ona sarılmayı bıraktım ve ayağa kalktım. ‘1 Mesajınız var!’ mesaj atan kişinin gecenin kurtarıcısı olduğuna inanıyordum ki öyleydi. Mesaj atan, Arthur’du. Biraz önceki benden eser yokmuş gibi büyük bir heyecanla mesaja baktım. Çoğunlukla sevgi sözlükleri olan bu mesajda okuldan uzaklaşıp baş başa kalmak ile ilgili şeylerden bahsetmişti. Buna çok ihtiyacım vardı. Ona mesaj yazmama gerek yoktu çünkü ona karşı koyamayacağımı biliyordu. Nala’nın yanına gidip, “Benim cici kızım. Barbara Arthur’la okulu kıracak.’’ Dedim ve her zaman ki neşeli gülümsememle onu hızlı bir şekilde sevdim. Huzursuzca yerinden kalkıp, “Bunun olacağını biliyordum. Onunda biraz benim özelime saygısı olması gerekmez mi? Ne güzel yatıyordum. Bu yağmurda dışarı çıkmak hiç bana göre değil. Ben bir kedigilim.” diye söylenme başladı. Aynanın önüne geldim ve saçlarımı havalandırdım. Dolabın önüne geldim ve uzun deri çizmelerimi aldım. Ardından kıyafetle tıka basa dolu olan dolabımı deşmeye başladım. Üzerime uyacak bir palto, kazak ve kot pantolonumu bulduktan sonra hemen üzerimi değiştirmeye başladım. Nala o sırada oturmuş bir bana bakıyor birde temizleniyordu. Hepsini 5-10 dakika içinde yaptığıma inanamıyordum çünkü hazırlanmam çok uzun sürerdi. Kapının arkasında duran şemsiyemi de elime aldıktan sonra kapıyı açtım. Nala, kapının gıcırtısını duyar duymaz harekete geçti ve benden önce dışarı çıktı. İçimden ona ‘Sessiz ol.’ Diyerek kapıyı kilitledim ve anahtarımı cebime koydum.

    Okulun geniş kapısından çıktığım zaman yavaş bir şekilde şemsiyemi açtım. Yağmur biraz hafiflemişti ama yinede ıslatacak nitelikteydi. Nala, umutsuzca homurdanarak yavaşça yanımda yürümeye başladı. Okulun biraz yakınındaki oto-park’a girdiğim zaman, Arthur’un çoktan gelmiş olduğunu ve arabanın yanında beklediğini gördüm. Gülümseyerek ona yaklaştım ve sarıldım. Oda yanağıma bir öpücük kondurduktan sonra, Nala ve Thunder için arka koltukları ayarladı ve ikisi de aynı anda kendini nasıl arabaya attığını bilemedi. Şemsiyemi kapattım ve Arthur’un benim için açtığı kapıya yöneldim. Ona hınzır bir bakış attıktan sonra arabaya bindim. O da kapımı hemen kapatıp hızlı bir hareketle şoför koltuğuna geçti. Daha nereye gideceğimizi bile sormadan hızlıca oto-parktan çıktık.


    Yolda olalı neredeyse 1 saat olmuştu ama Arthur hâla nereye gittiğimizden bahsetmemişti. Alnımla oynayarak başımı cama yasladım. Arthur sıkıldığımı fark etmiş olacaktı ki, elimi sıkıca kavradı. ”Sabırsızlanma hayatım, birkaç saatlik yolumuz daha var işte.” Dedi. Ona gülümsedikten sonra, Nala ve Thunder’ı kontrol ettim. Thunder başını camdan çıkarmış hava alırken, Nala’nın huzursuz bir şekilde yatışını gördüm. İçimden, “Üzülme hayatım, biraz sonra bu arabadan ineceksin.’’ Dedim ve onu sevdim. Sıkkın bir şekilde üfledi ama onu sevmemden zevk almışa benziyordu. Sonra önüme döndüm ve Arthur’a baktım. Gözünü hiç yoldan ayırmıyordu ama kulalığının burada olduğuna emindim. Çantamdan tam mp3 çalarımı çıkartacakken, radyo kanalını değiştirip slow müzik kanalında bıraktı. Şaşkınlık içinde mp3 çalarımı yerine koyarken, onun gerçekten benim eşim olduğunu anlamıştım.

    Trafiğin olmaması onların şansınaydı çünkü varacakları yere erken gelmelerin sağlamıştı. Arthur’un 2 saate yakın yol boyunca bana sürpriz olarak bahsettiği yer Empire State binası yani benim bayıldığım yerdi. Arthur’a şaşkın bakışlar atarken, arabayı oto-park’a park edip arabadan inmiştik. Kol kola girip, bu devasa binaya giriş yapmıştık. Koskoca binanın içine hayran hayran bakarken, asansöre binmiştik. Bizden başka kimsenin olmaması bizim için çok büyük bir şanstı. Arthur, kolunu benim omzuma attı ve kendine çekti. T-shirt’inden sızan o dayanılmaz kokuyu içime çekerken kendimden geçer gibiydim. Kalp atışını hissedebiliyordum. Tabi o da benimkini.

    Asansörün aniden durmasıyla Arthur, ‘’Biraz bekler misin?” dedi ve elimi sıktı. Başımla onaylarcasına bir bakış attım ve kaçıncı katta olduğumuzu merak ettim. 86! İnanamıyordum. O kadar yüksekte miydik? Asansörün camekân kısmından dışarıyı görebiliyordum. Arthur, bir görevli ile konuşuyordu. Beni işaret edip bir şeyler anlatıyordu ama anlamam mümkün değildi. Birkaç dakika sonra elinde ‘ziyaretçi’ yazan iki kart getirdi. Birisini benim boynuma geçirirken diğerini de inceliyordu. O da ziyaretçi kartını boynuna geçirdikten sonra asansör yeninde hareket etmeye başladı. 86. kattan bir anda nasıl 102. kata çıktığımızı anlayamamıştım. Neyse, bunun önemi yoktu. Empire State’in en yüksek katında Arthur ve ben vardık. Önemli olan buydu.

    Gayet soğuk ve ürpertici bu havada ilk başta korkulukların yanındaki yerimi aldım. Bu muhteşem Manhattan manzarasını incelerken, Arthur arkamdan gelip bana sarılmıştı. “Burası muhteşem!” diyerek çevreye bakmaya devam ediyordum. Arthur’da onaylarcasına beni daha da sıkı sardı. Yağmur hâla çiselemeye devam ediyordu. Aniden önlerinde beliren iki ışık huzmesi ruhlarının geldiğinin habercisi olmalıydı. Arabadan indikten sonra Nala ve Thunder’ı görmediği daha yeni farkına varmıştı. Çünkü gözleri Arthur’dan başkasını görmüyordu. Nala, “Aşk kokan sarılmanıza bir şey demiyorum. Ama bu manzara karşısında böyle duracaksanız, ben yokum.” Dedi. İçimden “Senin amacın ne?” derken Thunder da onaylarcasına başını hafifçe öne eğmişti. Sonuçta onlar bizim ruhumuzdu. Düşüne bilirlerdi. Anlaşılan bu gece bizden çok onlar hevesliydi.

Sayfa başına dön Aşağa gitmek
http://chosenmaster.turkforumpro.com
Arthur Neithan
Ingenious | Tiro
 Ingenious | Tiro
Arthur Neithan


Nerden : Köken İngiltere'ymiş, öyle diyorlar, ki sorun bakalım, hiç gitmiş mi? Yok.
Lakap : Claw

Yağmurun Altındaki Çıplak Şehir Empty
MesajKonu: Geri: Yağmurun Altındaki Çıplak Şehir   Yağmurun Altındaki Çıplak Şehir Icon_minitimePtsi Eyl. 12, 2011 9:02 pm

“Burası muhteşem!” Yavaşça arkasından yaklaşıp belinden sarılmıştım sevgilimin. Kulağına doğru eğilip “Senin kadar güzel değil,” dedim, fısıltı halinde. Çenemi hafifçe omzuna dayayıp Manhattan’ın yavaş yavaş yanmaya başlayan ışıklarını izliyorduk beraber. Kollarımı biraz daha sıkılaştırıp bedenini kendime doğru çektim. Gökdelenin aşağılarından bir yerlerden gümüşi ışık huzmeleri üzerimize doğru gelirken Barbara’nın belinden çekip birkaç adım geriledim. Bastığım yere dikkat etmesem, birlikte yere kapaklanabilirdik. Neyse ki korkulacak bir şey yoktu. Asansördeyken duyduğum eksiklik hissi de giderilmiş oldu, Thunder ve Nala’nın ani girişiyle. Kaşlarımı çatıp Thunder’a baktım. Altın rengi gözlerini birkaç kez üzerimizde dolaştırdıktan sonra mahcup bir şekilde kafasını önüne eğip dolaşmaya başladı. ”İsterseniz, biraz dolaşmaya çıkabilirsiniz.” Nala, durumdan hoşnut olmadığını belli eden homurtular çıkartırken Thunder, göreve hazır asker gibi çatı katında oradan oraya dolaşıyordu. Nedense, bozkurdun oldukça gergin olduğunu hissediyordum. Thunder, bakışlarını gözlerime odaklayıp zihnime birkaç tane görüntü yerleştirdi. Hepsinde de Barbara’yla beraber odamda bir şeyler yapıyorduk. Gülümseyip geçiştirmek için kafamı salladım. Öyle bir şeyi düşünmüyordum bile. Nala ve Barbara arasındaki telepatik iletişim de son bulduktan sonra her iki ruh da yeniden gümüşi hallerine bürünüp kara bulutların arasına karıştılar. Sırtımı ıslak korkuluklara yaslayıp Barbara’yı kollarımın arasına aldım. Alnımı alnına dayayıp dudaklarına ufak bir öpücük kondurdum.

“Merhaba,” dedim, nefes nefese bir halde. Sanki bütün binanın merdivenlerini koşmuşum gibi atıyordu kalbim. Ellerimi kalçasının biraz üstünde birleştirip vücudunu kendime doğru çektim. Turkuaz gözleri, arka tarafımdan yansıyan rengarenk ışıklarla dalgalanıyordu. Sanki bir okyanusun içine çekiliyormuşum gibi hissediyordum. Ve bu okyanusun derinliklerinde boğulmak benim kaderimdi. Hava ne kadar serin olursa olsun, ya da yağmur ne kadar şiddetli olursa olsun, onun kollarımda olduğunu bilmek, sıcaklığını hissetmek beni hayata bağlayan en güçlü zincirlerdi. Esen rüzgar, teninin kokusunu yeniden bana taşıyordu. “Bu, sana hediyemdi.” Elimle arka tarafımdaki şehri gösterdim. “Sen de kendime hediye ettiğim en mükemmel şey… Bir de Ashley’nin doğum günü kutlu olsun, o olmasaydı, asla karşılaşamazdık.” Gülümseyip elimi pantolonumun cebine attım. Cep telefonumdan Ashley’nin numarasını bulup aradım. Neyse ki bu saatte parti filan başlamazdı. Birkaç çalıştan sonra telefonu açtı. “Merhaba, Ashley! Doğum günün kutlu olsun! Bak sana kimi veriyorum!” Karşı taraftan gelen gürültüden dolayı bağırmak zorunda kalıyordum. Barbara’ya göz kırpıp telefonu ona uzattım. Neşesi, her zamankinden daha fazlaydı. Telefonla konuşurken bedenini bedenimden hafifçe uzaklaştırdı. Bir elimi belinden çekip yanağını mıncırmaya başladım. Çok tatlısın, diye kıpırdattım ağzımı. Telefonla konuşurken yavaşça dolaşmaya başladı. O konuşurken ben de yağmurun altındaki şehri izlemeye başladım.

Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Barbara Elvfsie
Ingenious | Tiro
 Ingenious | Tiro
Barbara Elvfsie


Nerden : Severac.
Lakap : Barbie. :B

Yağmurun Altındaki Çıplak Şehir Empty
MesajKonu: Geri: Yağmurun Altındaki Çıplak Şehir   Yağmurun Altındaki Çıplak Şehir Icon_minitimeSalı Eyl. 13, 2011 3:41 pm


    Muhteşem manzara hayran bir şekilde bakarken Arthur’un sıcaklığını çok net bir şekilde hissedebiliyordum. Beni arkadan kavrayan ellerini tutup, ona daha çok sokuldum. Şaşkınlık ifademin arkasından, ‘’Senin kadar güzel değil.’’ Demişti. Bana böyle iltifat etmesini seviyordum. Küçükte olsa bana çok iyi geliyordu. Çenesini boynuma koymuştu. Bu muhteşem manzaraya öylece bakıyorduk. Hiç konuşmadan…

    Elleri belimi biraz daha sıkarken, gelen ışık huzmeleri ile Arthur beni ve kendisini birkaç adım geri çekti. Eğer biraz daha gitseydi, yere kapaklana bilirdik. Ama her zaman ki gibi beni yanıltmayı başarmıştı. Gümüş renkte olan ışık huzmeleri korkulukların kenarına gelip durduğunda onların ruh hayvanlarımız olduğunu anladım. Nala ve Thunder, bize aldırmadan etrafta geziniyorlardı. Arthur, Thunder’la iletişimini bitirdiğinde bende Nala’yla olan bağımı kesmiştim. ”İsterseniz, biraz dolaşmaya çıkabilirsiniz.” Ses tonu sanki onları kovalıyormuş gibiydi. Nala durumdan hoşnut olmamış bir şekilde gümüş ışık huzmesine dönüşürken Thunder da onu takip etti. Arthur hafif bir şekilde kafasını salladıktan sonra döndü ve korkuluklara yaslandı. Anlamadım bir şekilde beni kollarına aldı ve alnını alnıma koydu. Kalbim o kadar hızlı çarpıyordu ki. Nefes alıp vermem hızlanırken dudaklarıma ufak bir öpücük kondurdu.

    “Merhaba.” Dedi kısık bir sesle. Nefes nefeseydi ben de öyle gözlerimi kapatmış sadece onun nefes alıp verişini dinliyordum. Ellerini kalçamın biraz üzerinde birleştirdi ve ona biraz daha sokulmamı sağladı. Gözlerimi açtım ve karşımda duran kusursuz yüz hatlarına baktım. Evet, o benimdi. O benim sevgilimdi. Elimi yanağına koyup yavaşça okşamaya başladım. Hayranlıkla baktığım bu yüz, içimi eritecek derece de bana bakıyordu. Bakışları adeta bedenimi deliyor, beni başka bir boyuta sürüklüyordu. ‘‘Bu sana hediyemdi.’’ Dedi ve eliyle arkada parıldayan şehri gösterdi. “Sen de kendime hediye ettiğim en mükemmel şey… Bir de Ashley’nin doğum günü kutlu olsun, o olmasaydı, asla karşılaşamazdık.” Dedi. O romantik sözcüklerin ardına sanki geçiştiriyormuşçasına Ashley’in doğum günün sokuşturması sinirimi bozmuştu. Neden biraz daha devam etmiyordu ki?

    Elini cebine attı ve cep telefonunu çıkarttı. Telefonu biraz kurcaladıktan sonra Ashley’in numarasını bulmuş olmalıydı ki, konuşmaya başladı. “Merhaba, Ashley! Doğum günün kutlu olsun! Bak sana kimi veriyorum!” dedi. Hiç konuşacak havamda değildim ama ona bunu belli etmekten kaçındım. Telefonu aldım ve “Merhaba Ashley! Nasılsın. Doğum günün kutlu olsun tatlım.” diyerek konuşmaya başladım. Anlaşılan çok gürültü vardı arkadan müzik sesi ve insanların çığlığını rahatça duyabiliyordum. Bir elini belimden çekerek yanağıma götürdü ve sıkmaya başladı. Ağzını sessiz bir şekilde kıpırdatmıştı ama ben ne dediğini anlamamıştım. Kendimi onun sıcak bedeninden uzaklaştırıp gezinmeye başladım. Bana teşekkürlerini sunup, Arthur’la ne yaptığımızı sordu. Her zaman ki gibi –doğum gününde bile- merakına yenik düşmüştü. Ona Empire State Binasının 102. katında bulunduğumuzu söyleyince, çığlığı kulamı delecek kadar yüksekti. Telefonu biraz uzaklaştırdım ve Arthur’a bakıp gülümsedim. Sakin olmasını söyledim. Heyecanına yenik düşmüş olmalıydı ki, oradaki arkadaşlarına dediklerimi aktarıyordu. Arkadaki çığları duyduğum zaman kendimi gülmekten alı koyamadım. Vedalaştıktan ve tekrardan doğum gününü kutladıktan sonra telefonu kapatıp Arthur’a geri verdim. Şehir manzarasına öylece dalmış bakıyordu. Ardından bakışları gözlerimi bulup ‘Ne konuştunuz?’ dercesine soru sorar gibiydi. ‘‘Acayip bir gürültü vardı. Dediklerinin çoğunu duyamadım ama ona burada olduğumuzu söyledim de çığlığı kulağımı delmeye yetti. Sanki kulağımın içine biri yumrunu sokup döndürüyor.’’ Dedim ve bunun taklidini yaptım. Gülmeye başlamıştı. ‘‘Sana da çok selam söyledi.’’ Dedim ve ona sıkıca sarıldım. Başımı göğsüne dayadım ve ‘‘Seni seviyorum.’’ Diye fısıldadım. Saçlarımı okşarken daldığım duygudan, beni çıkarması çok zor olacaktı.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
http://chosenmaster.turkforumpro.com
Arthur Neithan
Ingenious | Tiro
 Ingenious | Tiro
Arthur Neithan


Nerden : Köken İngiltere'ymiş, öyle diyorlar, ki sorun bakalım, hiç gitmiş mi? Yok.
Lakap : Claw

Yağmurun Altındaki Çıplak Şehir Empty
MesajKonu: Geri: Yağmurun Altındaki Çıplak Şehir   Yağmurun Altındaki Çıplak Şehir Icon_minitimePerş. Eyl. 15, 2011 11:21 am

“Seni seviyorum.” Bunu duymak sanki en büyük mutluluk sebebiydi benim için. Aslında Ashley’i pek de umursamıyordum. Soğum gününü kutlayıp, arkadaşlık görevimi yerine getirdikten sonrası önemli değildi benim için. Bir de Barbara’nın mutlu olması, en önemli öncelikti. İpek gibi saçlarının arasında dolaşan parmaklarımla beraber ‘Mutluluklar Diyarı’ kapılarını açıyordu ardına kadar. Ne yağan yağmurun önemi kalmıştı, ya da güvenlik görevlisi Barry’nin asansörlerin orada görünmüş olması. Kaşlarımı çatarak onu kışkışladım. Ne işi vardı ki? Bir şeyler söylenerek giderken Barbara da mayışmış halde bakışlarını bakışlarımla buluşturdu. Büyük ihtimalle onu saran elimin neden serbest kaldığını merak ediyordu. Hafifçe gülümseyerek aşağıya doğru eğildim. O güzel burnunun ucuna ufak bir öpücük kondurdum. Başını yeniden göğsüme yasladığında daha da sıkı sarılmıştı. İstem dışı, genelde yaptığım gibi inledim. Barbara, korkmuş gibi birkaç adım geriye çekildi. Aslında artık ‘bazen’ böyle şakalar yaptığımı öğrenmiş olmalıydı. Gülümseyerek ellerinden tutup yeniden kendime doğru çektim. “Şaka yapmıştım,” diye fısıldadım, kulağına doğru eğilip. O da şakayla karışık sert bir yumruk attı omzuma. “Ah! Bu sefer acıdı ama..!” Omzumu ovuşturdum. Rüzgar biraz daha artınca narin bedeniyle iyice sokuldu bana.

Sadece bakışarak bile ömrümün sonuna kadar durabilirdim burada, dahası birkaç saat daha durursak donmuş halde sonsuza dek birlikte olurduk herhalde. Sadece ona sarılmış, çiçek bahçelerinden duyabileceğiniz o muhteşem kokuyla beraber transa geçmişken cep telefonum titremeye başladı. Neredeyse gürültü bile çıkartıyordu. Sinirlendiğimiz belli etmemeye çalışarak telefonu cebimden çıkarttım. Barry mesaj atmıştı.

‘10 dakikaya aşağıda olun, ziyaret saati sona ermek üzere!’

‘Emredersiniz, Kaptan!’ diye telepatik bir mesaj gönderdim. Ardından da birkaç tane küfür etmiştim, duymuş olmasını dileyerek. Neyse ki cennette 10 dakikam daha vardı. Telefonu kapatıp cebime attım, bilerek de hiçbir şey söylemedim, bir parça meraklandırmak için. İpleri oyuncu tarafıma verdiğimde genelde iyi sonuçlanmazdı ama Barbara bu konuda istisnaydı. Gülümseyerek mutluluk okyanusuna daldım, gözlerimi bir an bile kırpmamak üzere.

O yokken ne kadar da yalnız olduğum düştü zihnime. Sadece yaşamak için yaşayan, ufak bir çocuktum. Diğerlerine hiç benzemeyen, hayattan bezmiş, daha o yaşında… Ve daha sonra hayatıma doğan o güneş, yeniden canlandırmıştı beni. O, bana hayat veren ışıktı. Düşüncelerimi anlamış gibi gözlerime baktı. Böyle yaptığı zamanlar, gözlerimin tam içine baktığı zamanlar düşüncelerimi açıklamama gerek bile kalmıyordu. Her şey ortadaydı zaten, beni benden bile iyi tanıyordu. Onu seviyordum ve bunu söylemekten de korkmuyordum da. İnsanlar bu duyguya bir sürü farklı adlar takmışlardı. Bir yerlerde buna ruh eşi dendiğini duymuştum, ya da okumuştum, her neyse. Aslında bu duyguya bir ad takmaya gerek bile yoktu. O, beni tamamlayan parçaydı. O bendi. Ve ben de o. Yeniden hissetmiş gibi uzanıp dudaklarımdan öptü. Bunu yaptıktan sonra kendime gelmem bir asır kadar filan sürüyordu. Dudakları dudaklarıma değdiğinde nefes alıp verişlerim normalin birkaç katı hızlanıyordu. Kafesinden fırlamak için var gücüyle çalışan kalbimin üzerindeydi eli. Gülümseyerek geri çekti dudaklarını, oysa ki sonsuza dek orada durabilirlerdi.


“Gitmemiz gerekiyormuş.” Suratımı asıp yeniden şehre bir göz attım. Tepesinde toplanan kara bulutlara rağmen Manhattan bütün ihtişamıyla parıldamaya devam ediyordu. Kollarımın altında Barbara, karşımda şehrin ışıkları… Bu kadar erken bitmemeliydi, bugün, bu gece, bu kadar erken bitemezdi. Başparmağımı yanağına dokundurup birkaç saniye de ona zaman tanıdım. Ben, yüzünün her ayrıntısını zihnime birkaç kez daha kazırken, o da şehri bir daha hiç göremeyecekmiş gibi izliyordu. Ardından peşimizden yaratıklar kovalıyormuş gibi asansörlere koşturduk.

Yeniden o sessiz asansör kabinine girdiğimizde sırılsıklam olduğumuzu fark ettik. İkimiz de kahkahalar atmaya başlamıştık. Aşk sarhoşu olmak böyle bir şeydi herhalde. Bazen kahkahalar atıyor, bazen de öylece sırıtıyordum. Ellerimi nereye koyamayacağımı bilemiyordum. 86. Kata geri döndüğümüzde güvenlik odasına gidip kartları Barry’ye verdim. Beni fırçalamak üzereyken hemen asansörlere binip giriş katının butonuna bastık. Arkamdan küfür etmek üzere olduğunu biliyordum. Küfür etmeden duramazdı. Yaşadığım gereksiz aksiyonla artan adrenalin hormonlarımın nedeniyle görüşüm hafifçe bulanmıştı ama hala kıkırdamaya devam ediyorduk. Binanın girişindeki güvenlik görevlileri bize delirmişiz gibi bakarken birkaç saniyeliğine ciddileşip onlara sinirli bir bakış attım, kendi işlerine bakıp çenelerini kapatmaları için.

Otoparka vardığımızda yine yolcu kapısını açıp Barbara’nın geçmesi için yana çekildim. O kadar yağmurun altında kalmış olmasına rağmen o muhteşem kokusu hala yerli yerindeydi. Derin bir nefes daha aldım. Şoför koltuğuna geçtiğimde Thunder’ın düşünceleri zihnimde patlayıvermişti. Büyük ihtimalle arabanın içine sinmiş kokusu bunu daha da kolaylaştırmıştı. Kurt, odama çoktan gitmiş, yatağımda keyfine bakıyordu. Gülümseyip aramızdaki bağı yolculuk bitene kadar sona erdirdim. Otoparktan çıkarken yine Barbara’nın elini tutmuştum.

Sayfa başına dön Aşağa gitmek
 
Yağmurun Altındaki Çıplak Şehir
Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 1 sayfası

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
Chosen Master RPG :: Amerika Birleşik Devletleri :: 
EMPIRE STATE BİNASI
-
Buraya geçin: