Chosen Master RPG
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.


Chosen Master RPG
 
AnasayfaAnasayfa  AramaArama  Latest imagesLatest images  Kayıt OlKayıt Ol  Giriş yapGiriş yap  
Kurgu
    Profesör Austin'in deneyi yalnızca özel yetenekli gençlerin ortaya çıkmasına sebep olmamıştı. Okul pencerelerinden, kapılarından sızan buharın; toprakla, havayla, suyla ve çeşitli elementlerle etkileşimi sonucu bir takım varlıklar daha oluştu. Bunlar tekin yaratıklar değildiler ve gelecekte özel yetenekli Master'lara büyük sorunlar çıkaracaklardı.
Yönetim Kadrosu
*~Doğanın Huzurundan Gelen Saklı Yetenek~* Ynetici2*~Doğanın Huzurundan Gelen Saklı Yetenek~* Ynetici3*~Doğanın Huzurundan Gelen Saklı Yetenek~* Ynetici4
Duyurular
#Sitemiz açılmıştır.

#Sitemizdeki avatar boyutu, 150|3xx'dir.

#Sınıf başkanı seçimlerine adaylık için lütfen Tık.


 

 *~Doğanın Huzurundan Gelen Saklı Yetenek~*

Aşağa gitmek 
YazarMesaj
Acenath E. O'morose
Naturalis | Tiro
Naturalis | Tiro
Acenath E. O'morose


Nerden : Kökeni Mısır'a dayanıyor ama Londra'da doğmuş, büyümüş. ^^
Lakap : Ace veya E. (Aslında ismimi söyleyebilirsin yani bakma bana öyle.)

*~Doğanın Huzurundan Gelen Saklı Yetenek~* Empty
MesajKonu: *~Doğanın Huzurundan Gelen Saklı Yetenek~*   *~Doğanın Huzurundan Gelen Saklı Yetenek~* Icon_minitimePerş. Eyl. 08, 2011 9:23 pm

Görev 1 : İlk defa özel yeteneğini kullan.
Yer; İstediğin herhangi bir yer.
Kişiler; Yalnızca sen.

~Doğanın Huzurundan Gelen Saklı Yetenek~

Uyandığı her günün diğerinden farkı yoktu aslında. Ne güzelliğini tarif edebilirdi çevrenin, ne de çevre onun hislerini dile getirebilirdi.

Uyandığı gibi etrafına bakmıştı. Her sabah yaptığı gibi, bugünde uyanabildiği, şu günü yaşayabileceği için şükretmişti Tanrı’ya. Belki de ne olursa olsun dünyaya karşı oluşan iyi niyetli görüşü onu bu kadar naif yapmıştı. Büyükannesi öğretmişti ona bu öğretiyi. “Hayat ne olursa olsun, yaşamaya değer, sakın herhangi bir şeye üzüldüğünde hayata küsme. Hayata küsersen nefes alan diğerlerinden, cansızlardan ne farkın kalır ki?” Nerdeyse her sabah bu sözü hatırlıyor, sanki kökün toprağa ahenkle sarılışı gibi bir daha sarılıyordu hayata.

O kadar derin düşüncelere dalmıştı ki kimseyi duymayabilir, etrafında bomba patlasa kılını bile kıpırdatmayabilirdi. Neyse ki iç dünyasından kendi dünyasına kısa sürede dönmüştü. Büyükannesi aklına geldiği için hem duygusallaşmış, hem de yaşadıkları o güzel günleri hatırladığı için bir tebessüm konmuştu dudaklarına. Tekrardan şükrediyor, şükrediyor, şükrettikçe de kendini daha huzurlu hissediyordu. Bu kadar huzurlu hissetmesine rağmen artık kalkmalıydı, yoksa bu şükrettiği günü de yatakta geçirecekti. Biraz sendeleyerek de olsa ayağa kalktı. Az kalsın dağınıklığı yüzünden yerde duran yeşil kutusunun üzerinden havada uçuşa geçecekti. Neyse ki uçmadan durabilmişti. Aslında uçmayı çok isterdi. En azından hayalleri gerçekleşebilirdi o anda. Biraz sersem sersem de olsa banyoya doğru gidebilmişti. Yüzünü yıkayıp kesinlikle ayılmalıydı. Suyu şarıl şarıl akarcasına açmıştı. Soğuk sulara yüzünü çarptıkça daha da kendine geldiği gerçeği hiçbir zaman değişmiyordu. Daha sonra yüzünü kuruladı ve tekrar odasına döndü. O kadar odasıyla özdeşleşiyordu ki, onu anlatan renkler doğadan ilham alıyor, bütün doğanın renkleri önce odasına, sonra da ona yansıyordu. Gücünü doğadan alırmışçasına yaşıyordu aslında. Doğadan gelen bütün renkler odasındaydı, mavisi, yeşili, sarısı, her rengi… Girişte onu karşılayan yatağı, sağ taraftaki masası, diğer tarafındaki kütüphanesi, her şey sanki onu karşılar gibiydi.

Yine bu kadar derinlere dalmışken, kendine geldi ve hızlı hızlı giyindi. Sanki arkasından atlılar kovalıyordu ama nedense kendini bir yere yetişmek zorunda hissediyor gibiydi. Sonunda aşağı inebilmişti. Ama onu da aşağıda bir sevgi seli beklemiyordu. Her zamanki ilgisiz baba-anne modeli, sadece kendilerine düşkün hem de. Büyükannesinin yanında büyümüştü. Ama onu kaybettikten sonra sanki annesi ve babası onu zorunluluk, bir gereksiz eşya gibi evlerine almışlardı. Neden böyle davranıyorlardı ona? Hiç ama hiç bilmiyordu cevapları. Belki de bilmek istemiyordu. İsteksizce kahvaltı ederek dışarıda güzel olmasa bile ona güzel görünen yaşama atmak istiyordu kendini. Öyle yaptı da. Çantasına birkaç eşyasını ve gerekli ihtiyaçlarını koymuştu. Kendini evden resmen dışarı attı. Bugün canı hiçbir şey yapmak istemiyor ve sadece doğaya ulaşıp, huzura varmak istiyordu. İnsanların tercihleri çok farklıydı. Kimisi sessizlikte ararken, kimi de kalabalıklarda kendini kaybederek buluyordu huzuru…

Yavaş, yavaş, sanki tadını çıkarırcasına yürüyordu sokaklarda Acenath. Sonunda ormanın başında bulmuştu kendini. “Sonunda gelebildim” demişti. Ormanın içlerine kadar yürümeye başlamıştı. Büyükannesi ile ne sık gelirlerdi buraya. Bütün anıları gözlerinde canlanıyordu ne de olsa. Gezdi, tozdu, bütün üstündeki yükleri yemyeşil olan ormana attı. Doğanın sıkıntılarını aldığını bilircesine onları oraya attı. Haykırdı, bağırdı, çağırdı. Bütün derdini bitkiler, hayvanlar dinliyordu sanki. Özellikle bitkiler dinliyordu sanki onu. Küçüklüğünden beri onları çok seviyor, sürekli çiçek yetiştiriyordu. Çiçeklerle bitkilerle konuşmak sanki onun tedavisi gibiydi. Ruhunu arındırıyordu. Belki de normal hayatta en fazla kabuğunu kırabildiği alan doğayla iç içe olduğu alandı. Mutluydu, huzurluydu, arınıyordu. Daha üstüne ne denilebilirdi ki bunu için. Olabilse bütün hayatını burada geçirmek isterdi. Doğa ile yaşam… Tıpkı filmlerdeki Jane gibi. Belki de bir de Tarzan isterdi yanına kendi kafasından. Neden olmasın ki… Böyle küçük mutluluklarla bile olsa bu ortamda bütün bir günü bitirmişti. Artık eve geri dönmeliydi. Ama adımları sanki geri geri gidiyordu. Sıkıla sıkıla eve doğru ilerlemeye başladı. Ormana doğru giderken yollar hiç bitmese de sanki eve dönerken zaman çabuk akıp geçmişti.

Ne şanştı ama? Evde onu karşılayan manzara hiç iç açıcı değildi. Annesi ve babası yine kavga ediyordu. Şaşırmıyordu artık bu kavgalara ama bu sefer daha şiddetli karşılaşmıştı. Babasının ağzından dökülenler onu son raddeye itmişti. “Yeteeeeer. Senden de senin beni zorlamandan da, bu zorlama ile bana doğrurman için direttiğin ve doğurduğun kızından da bıktım, bıktım. Seni de, onu da istemiyorum.” Laf ağızdan bir kere çıkmıştı ve artık geri dönüşü yoktu. Resmen donmuştu Acenath. Bağırmak, haykırmak istiyordu ama yapamıyordu, yutkunamıyordu bile. Koşa koşa odasına çıktı. Sertçe kapıyı kapattı. Ağlamak istiyordu. İçindeki bütün zehiri akıtmak istiyordu. Hıçkıra hıçkıra ve büyükannesinin resmine sarılarak ağlamaya başladı, ağladı, ağladı. En sonunda gücü tükenir gibi oldu, kendini bırakıyordu karanlık boşluğa. Bir anda değişik sözler duymaya başladı. Anlayamadığı ama sanki onu rahatlatan, onu geri döndüren… Rüya gördüğünü sanıyordu fakat ses giderek kuvvetleniyordu. Kafasını kaldırdı ve sesin kaynağını aramaya başladı. Penceresi kapalıydı ama ses daha da gür bir şekilde çıkıyordu. Bir anda gözü camın önünde duran çiçeğine takıldı. Odada rüzgar olmamasına, bir şey hareket etmemesine rağmen çiçek hafif bir şekilde dalgalanma hareketleri yapıyordu. Depremde olmuyordu. “Tanrım bana neler oluyor?” diye soruyordu kendine. Çiçeğin yanına gitti ve ona bakmaya başladı. Hem şaşkın, hem de korkuyordu. Fakat ne olduğunu anlaması çok da uzun sürmemişti. Çiçeği onun için bir işaret oluyor, onun derdini paylaşıyordu. Her ne kadar dilini anlamasa da… Evet, evet buna inandırıyordu kendini. Çünkü onun ondan başka kimsesi yoktu. Bu güç ona sanki en zor zamanı için bahşedilmiş bir değerdi. Bu güç ona doğadan armağan edilmiş saklı bir güçtü. Ve şimdi ise yeteneği Acenath’ı bulmuş ve ona yenilikleri bahşediyordu.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
 
*~Doğanın Huzurundan Gelen Saklı Yetenek~*
Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 1 sayfası

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
Chosen Master RPG :: Dünya Başkentleri :: 
LONDRA
-
Buraya geçin: